OSMANLI’DA AŞURE MERASİMİ

Osmanlı Devleti’nde aşure, saray çevresinde her devirde var olmuş, zamanla bu tatlının dağıtımı yönetici zümre için de bir ritüele dönüşmüştür. Muharrem ayı hicri takvimde yılbaşıdır; aşure günü Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiğinden aşure dağıtımı üstünden devlet erkanının bir nevi yılbaşı hediyeleşmesine şahit oluruz.

 

…Yıldız ve Beşiktaş saray mutfaklarında hazırlanan aşurenin dağıtımını İstanbullular sabırsızlıkla beklerdi. Dağıtım iki şekilde yapılırdı. İlk olarak, saray testilerine ve kaselerine konan aşureleri tablakârlar, Beşiktaş, Ortaköy, hatta daha uzak semtlerdeki yüksek rütbeli kamu görevlilerinin, ilmiye ve mülkiye ricalinin konaklarına götürürlerdi. Ertesi gün, gelenek olarak “cevap” denen usul gereği boş testi ve kaselerin çikolata, bademşekeri, fıstık vb. şeylerle doldurularak konak ağaları tarafından saraya takdimi yapılırdı. İkinci dağıtım ise halka yönelikti. Saray mutfaklarının her birinde iki ve dört kulplu büyük kazanlarda, buğday, incir, üzüm, kayısı kurusu, nohut, bakla vb. malzeme ile “daneli” denen aşureler pişirilir; 10 Muharrem gecesi sırık hamallarının taşıdığı 50-60 kazan, Yıldız Talimhane Meydanı’na götürülerek düzgün bir sıra halinde dizilirdi. Sabah erkenden Matbah-ı Amire müdürü, vekilharç ve helvacıbaşılar resmi giysileriyle meydanda hazır beklerler, her kazanın önünde kuyruklar oluşur ve beraberinde getirdikleri kaplara aşure doldurulurdu. Bu sırada disiplinin sağlanamadığı, görevlilerin tepeden tırnağa aşure bulaşığına battıkları, hatta hücum edenler arasında kazana düşenler olduğu da görülürdü. Sarayın hazırlıklarının yanı sıra, padişah kızları ve kız kardeşleri (sultan efendiler) de kendi saraylarında aşure pişirtip semt halkına, yoksullara dağıttırırlardı. Hanedan mensuplarının karşılıklı olarak birbirlerine gönderdikleri aşureler porselen, kristal, bakır, gümüş ve pirinç aşureliklere konurdu. Bunlar birer hediye olarak konak ve sarayların köşe raflarında camekânlarında saklanırdı. 10 Muharremi izleyen hafta boyunca rical ve paşa konaklarında da aşure pişirilip dağıtılırdı. Son dönemlerde aşureden çok aşure kapları ilgi çektiğinden Muharrem ayı yaklaşınca züccaciyeci ve evani dükkanları binbir çeşit aşurelik, kase, tas ve sürahilerle dolardı. Bunları alanlar, aşure vesilesiyle yakınlarına ve komşularına değerli hediyeler sunmuş olurlar, bu tür kaplar da evlerde hediye edenin adıyla, örneğin “Saraylı hanımın kasesi”, “Müftü efendi tası” şeklinde anılırdı[1].

Aşure gününün kökeni hakkında oldukça farklı rivayetler mevcuttur. Bunlardan en meşhuru Nuh’un gemisinin karaya oturmasının ardından gemide kalanlarla pişirildiğine inanılan bir yemek olduğu söylencesidir. Aleviler için bir yas gününü ifade ederken, dinler tarihindeki pek çok önemli hadisenin gerçekleşmesi de bu güne atfedilir. Hz. İbrahim’in ateşe atılması, Eyüp peygamberin yaralarından kurtulması, Yunus (as)’ın balığın karnından çıkması hep bugünle özdeşleştirilir. Her neye niyet edilerek yapılırsa yapılsın, ortak nokta hep bir iyilik ve paylaşma duygusu olmuştur. Mütevazi malzemelerle yapılabileceği gibi oldukça maliyetli bir tatlıya da dönüşebilir, Hz. Hüseyin’den Nuh’a kadar gittiği düşünülürse her toplumda benzer bir yemek ritüeline rastlamak mümkün olabilir. Nitekim yemek araştırmacısı Priscilla Mary Işın, Yemeğin Kültürel Tarihi adlı kitabında “on bin yıl önce çiftçilerin haşlanmış buğday yemeğinden miras kalan aşure…” ve “…Çin’den İngiltere’ye kadar uzanan coğrafyada yapılan aşure benzeri kutlama yemekleri…”[2] ifadeleriyle bunu anlatmak istemiştir.

Osmanlı Devleti’nde aşure, saray çevresinde her devirde var olmuş, zamanla bu tatlının dağıtımı yönetici zümre için de bir ritüele dönüşmüştür. Muharrem ayı hicri takvimde yılbaşıdır; aşure günü Muharrem ayının onuncu gününe denk geldiğinden aşure dağıtımı üstünden devlet erkanının bir nevi yılbaşı hediyeleşmesine şahit oluruz.

Bu yazıda aşurenin genel tarihsel değerlendirmesindense belirli bir dönem içindeki bir uygulamayı gündeme almak istedik. Pertevniyal Valide Sultan’a ait, Taksim Atatürk Kitaplığı’nda bulunan ve yanılmıyorsak henüz bir araştırmaya konu olmamış bir takım belgeler üzerinden, Valide Sultan’ın aşure kutlamasını yazmaya niyet ettik.

Osmanlı Devleti’nde aşure, saray çevresinde her devirde var olmuş, zamanla bu tatlının dağıtımı yönetici zümre için de bir ritüele dönüşmüştür.

Pertevniyal Valide Sultan’ın Aşure Kutlaması

Pertevniyal Valide Sultan, 25 Haziran 1861’de Sultan Abdülmecid’in vefatı ve Abdülaziz’in tahta geçmesiyle Vâlide Sultan unvanını alan, Sultan Abdülaziz üzerindeki büyük nüfuzundan dolayı kendisine “ümmü’l-cihân”[3] da denilen devrinin en önemli kadınıdır. Vâlide Sultan’ın devlet işleri üzerindeki etkisi halk ve devlet memurlarınca da biliniyor olmalı ki; dilekçelerini padişahla birlikte kendisine de takdim etmişlerdir. Bir yandan büyük meblağları kolayca harcayan müsrif biri olarak, diğer yandan hayır işlerine düşkün bir kadın olarak nitelenebilir.[4]

Valide Sultan, o dönem için oldukça yüklü bir gelire sahiptir. Cömert harcamalar yapabilir, toplum nezdinde devletin yumuşak gücünü temsil ettiği düşünülebilir. Bu açıdan Pertevniyal’in aşure merasimlerine verdiği önem ve yaptığı harcamalar ile ritüeller dikkat çekicidir.

Öncelikle Pertevniyal’in, hanedana mensup her kadın gibi vakıf kurduğunu, bu vakıflarda da aşure ile ilgili bazı hükümler yer aldığını görüyoruz. Bunun şu anlama geldiğini söyleyebiliriz; Valide Sultan aşure dağıtımının sürekli olmasını ve hep devam etmesini istemiş. Birden fazla vakıf kuran Pertevniyal’in 1855 tarihli vakfiyesinde[5] “Her sene Muharrem ayında 900 kuruş[6] ile buğday, şeker gibi gerekli aşure malzemeleri alınarak Beşiktaş’ta bulunan Yahya Efendi Hazretleri’nin Tekkesi’nde aşure pişirilerek derviş ve fukaraya dağıtılacaktır.” hükmü vardır. Bu hüküm, 1863 tarihli vakfiyede[7] “Her sene muharrem ayında Tekke’de kaynatılacak aşure için buğday, şeker ve gerekli malzeme için daha önceki vakfiyede belirtilen 900 kuruşa, bu vakfiyeden 900 kuruş daha zam yapılacaktır” şeklinde yenilenmiştir.

1862 tarihli vakfiyede[8] ise, “vakfa ait olan nuhâs kazgân (bakır kazan), İstanbul’un Fındıklı semtinde bulunan Keşfi Cafer Efendi Tekkesi’nde[9] muhafaza edilecek ve her sene Muharrem ayında buğday, şeker ve gerekli olan malzeme alınarak bu kazanda aşure kaynatılacaktır. Pişirilen aşure burada bulunan dervişlere ve fukaralara ikram edilecektir.” hükmü yer almaktadır.

1864 tarihli vakfiyede[10] de çoğu aşure ile ilgili gözüken bazı mutfak malzemeleri dikkat çekmektedir.  Bu malzemeler; “bakırdan yapılmış 80 adet güğüm, pirinçten yapılmış 120 tas, 200 çelik tepsi, 16 tabak tütsülük, 16 tabak gülsuyu koymaya, 80 ipekli peştamal, 200 küçük billur tabak, 200 kapaklı billur bardak”tan oluşmaktadır.

Bu bilgiler ışığında Atatürk Kitaplığı’ndaki belgelere bir göz atalım; Muharrem’in onunda Resul’ün ehl-i beytinin, İmam Hasan Rıza ve İmam Hüseyin, Kerbelâ sahrası şehitlerinin ruhlarına aşure pişirmek için Valide Sultan kethüdası tarafından, vakıftan gönderilen 800 kuruşun alındığı ancak dergâhın kap ve kacaklarının zayi olmasından dolayı büyük kazan alınmasını istediğine dair Seyyid Keşfî Cafer Efendi Dergâhı Postnişini es-Seyyid Hafız Ahmed’in Pertevniyal Valide Sultan’a yazdığı mektup yazdığına dair[11] bir belge yer almaktadır.  Fındıklı’daki dergahta aşure merasimi gerçekleştirildiğine göre, kuruluştan sonra vakıf hükümlerinin uygulandığını söyleyebiliriz.[12]

Başka bir belgede yer alan Refia Sultan, başkâtip kalfa, Canfeza Kalfa, Bimisal Hanım, İsmail Paşa, Rasih Efendi, Seyyid Bey Efendi, Ahmet Cevdet Efendi ve diğer aşure dağıtılanların isimlerinin bulunduğu liste Valide Sultan’ın birinci derece yakınlığı olan saray çevresini de keşfetmemizi sağlar.[13]

  AŞURE DEFTERİ: Fİ 10 MUHARREM SENE 78 (1278)[14]

Devletlü necabetlü[15] efendi hazretlerine Devletlü ismetlü Refia Sultan-ı aliyyetü’ş-şan hazretlerine İzzetlü Baş Katip kalfaya İzzetlü Canfeza kalfaya
İffetlü Bimisal hanıma İzzetlü esbak cameşuy[16] ustaya Saadetlü  Peder Paşa hazretlerine İffetlü valideleri hanımefendiye
İzzetlü Ali bey efendiye Devletlü Ziver Paşa hazretlerine Atufetlü kethüda beyefendi hazretlerine Saadetlü Raif efendi hazretlerine
Mekremetlü hoca Mehmed efendiye İzzetlü Emin beye Devletlü Tevfik Paşa hazretlerine Devletlü Muhtar Paşa hazretlerine
Faziletlü Necib efendi hazretlerine Faziletlü Ahmet Cevdet Efendi hazretlerine İzzetlü Seyda bey efendiye Saadetlü Derviş Paşa hazretlerine
Saadetlü Hacı Raşid bey efendi hazretlerine Saadetlü Hacı Raşid efendi hazretlerine Devletlü İsmail Paşa hazretlerine

 

Yine Pertevniyal Valide Sultan Vakfı’ndan Beşiktaş’taki Yahya Efendi Dergâhında pişirilecek aşure için tayin olunan 1.800 kuruşun alındığına dair Yahya Efendi Dergâhı Postnişi mühürlü makbuz senedinin varlığı[17], vakıf şartlarının uygulandığını ve işlerin büyük bir ciddiyetle resmi evrak üzerinden denetlendiğini gösterir.

 

Atatürk Kitaplığında bulunan Per_Val_Sul_02588 numaralı belge.
Atatürk Kitaplığı’nda bulunan PER_VAL_SUL_02588 No’lu belgenin transkripsiyonu

1800

Yalnız bin sekiz yüz[18] guruş

Devletlü, ismetlü valide sultan-ı aliyyetü’ş-şan hazretlerinin evkaf-ı celilelerinden Beşiktaş’ta Yahya efendi hazretlerinin dergahında tabh[19] olunacak aşure için temin olunan ber vech-i bala[20] yalnız 1800 guruşun işbu 91 senesi muharremine mahsuben canib-i vakıftan[21] ahz[22] olunduğu mübeyyin işbu sened ita[23] kılındı.

Fi gurre-i muharrem sene 91

 

Valide Sultan imzalı başka bir evrakta, kendisine ulaşan aşure defterlerini incelediğine, masrafların yerinde olduğuna, 70 adet gümüş testi yaptırılmasına ve yolladığı şekeri padişah oğluna vereceğine dair dağıtımdan sorumlu olan yetkiliye verdiği cevaptan söz eder.[24] Bu da Valide’nin aşure işinin takipçisi olduğunu gösterir. Tabi bu arada padişaha ulaşmanın bir yolu olarak Valide Sultan’ı memnun etmenin gerekliliği de gözler önüne serilir. Yine Mehd-i Ulyâ-yı Saltanat[25] imzalı tezkirede yer alan “Bu sene pişirilecek aşure için 14 adet gümüş maşraba gönderildiği”[26] ifadesi aşure dağıtımında gerçekleşen hediyeleşmelere örnek teşkil eder.

Halka dağıtılan aşurenin miktarı ve masrafı hakkında ise Valide Sultan imzalı PER_VAL_SUL_03181 numaralı belgede, aşure işlerini tamamlayan yetkilinin raporuna cevap olarak “aşure masrafının 16.000 kuruşu bulduğunu, Medine’nin hediyelerinin ufak tefek çocuklar eğlenirler diye gönderildiğini, aşurenin herkese dağıtılmasından dolayı memnun olduğunu ve padişah hazretlerine hemen değil de bir kaç gün sonra pasta göndermesinin uygun olacağını” yazar.[27]  Daha önce  de belirttiğimiz gibi aşure merasimi aslında devlet görevlilerinin birbirlerine hediyeler gönderdiği, bu arada varsa bazı özel ricalarını da iletmeye aracı kıldıkları bir ritüel olarak kabul edilebilir.

Valide Sultan’ın burada belirgin bir şekilde öne çıkması, bazı ricacıların kendisi vasıtasıyla padişaha ulaşmaya çalışması, bu merasim için bonkörce para harcaması önemlidir. Aşurenin halkla- iktidar, saray çevresi ile iktidar arasında bağ kurmada sembolik bir anlam ifade ettiği açıktır. Halk nezdinde, devletin cömert eli, bir numaralı kadın (first lady)[28] tarafından hissettirilmiş olurken, öte yandan saray çevresindeki bürokratların da iktidara itaatlerini sunmaları için bir fırsattır.

Kaynakça & Notlar: 

[1] Fatma ÜNYAY AÇIKGÖZ, Osmanlı Sarayı’nda Aşure Yapımı ve Dağıtımı (XVIII.-XIX. Yüzyıllar) Making and Distribution Of Ashura At The Ottoman Palace (XVIIIth – XIXth Centuries), Türk Kültürü ve Hacı Bektaşi Veli Araştırmaları Dergisi, Yaz 2019, sayı 90, s. 102-103, DOI: https://dx.doi.org/10.34189/hbv.90.007. Erişim Tarihi 28.08.2020

[2] Priscilla Mary IŞIN, Yemeğin Kültürel Tarihi, Yapı Kredi yayınları, İstanbul, 2017, s.8-12

[3] “Dünyanın annesi” anlamında bir tamlama

[4] ALİ AKYILDIZ, “PERTEVNİYAL VÂLİDE SULTAN”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/pertevniyal-valide-sultan (29.08.2020).

[5] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter No: 747, Sayfa No: 210, Sıra No:177

[6] Aynı vakfiyedeki verilere göre ortalama bir memur yaklaşık 50 ila 70 kuruş arası maaş almaktadır. Bu rakam üzerinden aşure için ayrılan harcın miktarı ile ilgili bir çıkarımda bulunulabilir. ( 1 guruş=120 akçe)

[7] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter No: 634, Sayfa No: 145, Sıra No:31

[8] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter No: 634, Sayfa No: 141, Sıra No:29

[9] Yahya Efendi Dergahı ve Cafer Efendi Tekkesi’nin tercih edilmesindeki neden Valide Sultan’ın kişisel bağlantılarıyla alakalı olmalıdır. Aynı zamanda Tophane’den Ortaköy’e kadar olan güzergah Dolmabahçe Sarayı’nın yönetim merkezi olmasıyla beraber saray çevresinin yerleştiği muhit olmuştur. İki tekke de bu bölge içerisinde yer alır. Tercih edilmelerinde bulundukları konum da etkili olmuş olabilir.

[10] Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, Defter No: 634, Sayfa No: 147, Sıra No:32

[11] İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Taksim Atatürk Kitaplığı, belge no:pvs.evr.0119

[12] Vakıflarda bulunan şartlar ve uygulamalar, her zaman kuruluş vakfiyesinde olduğu şekliyle devam etmeyebilir. Bir nedenle vakıf gelirlerini kaybetmiş, genel bir ekonomik sorundan dolayı maddi bir darlığa düşülmüş ve bazı kısıtlamalara gidilmiş olabilir. Vakfın ne kadar işler olduğu, vakfiyede yer alan hükümlerin sonraki yıllarda ne kadar uygulandığı ve devamlılığı ile ölçülmelidir.

[13] Taksim Atatürk Kitaplığı, belge no:pvs.evr.03642

[14] Miladi olarak 18 Temmuz 1861 gününe denk gelmektedir.

[15] Osmanlı Devleti’ndeki yazışmalarda şehzadelere hitap için kullanılan bir ifadedir.

[16] Cameşuy: Çamaşırcı. Esbak cameşuy usta, burada eski(esbak) kılık kıyafetten sorumlu görevli anlamındadır.

[17] Taksim Atatürk Kitaplığı, belge no:pvs.evr.02588

[18] Yüz kelimesi belgede sehven unutulmuştur.

[19] pişirilecek

[20] Yukarıda belirtildiği şekilde

[21] Vakıf yetkililerinden(bütçesinden)

[22] alındığı

[23] verildi.

[24] Taksim Atatürk Kitaplığı, belge no: pvs.evr.  02785

[25] Valide Sultan’a verilen bir unvan, yüce beşik anlamına gelmekte olup, padişahın annesi kastedilir.

[26] Taksim Atatürk Kitaplığı, belge no: pvs.evr. 03188

[27] Taksim Atatük Kitaplığı, belge no:pvs.evr.03181

[28] Osmanlı’da en güçlü kadın dünyadaki diğer temayüllerde olduğu gibi padişahın/kralın eşi değildir. En güçlü kadın, günümüz tabiriyle first lady her daim Valide Sultan’dır.

 

Fotoğraflar: Nil Erdoğan 
Styling: Arzu Sak Seyhun
TİJEN SABIRLI

Tarihçi, akademisyen, anne. Seyahat etmekten, üretmekten ve keşfetmekten keyif alıyor. Sadelikten yana. Kültür tarihi araştırmalarını önemsiyor, geçmişte insana dair ne varsa onu öğrenmek istiyor.