YENİLEBİLİR BALKONLAR ÜZERİNE: INDIRA NAIDOO

Indira Naidoo, Avustralya’da sevilen bir TV spikeri olmasının yanı sıra, yaklaşık 11 sene önce kendi balkonunda farkında olmadan başlattığı ‘yenilebilir balkon’ akımıyla Avustralya’da şehir bahçeciliğine önderlik eden isimlerden. Kendisiyle Penguin Random House yayınevi tarafından basılan The Edible Balcony, ve sonrasında The Edible City’nin konu aldığı projesini, ve yenilebilir şehir balkon ve bahçelerinin nasıl yerel topluluklara yayılabileceğini konuştuk.

Indira; balkonunda birşeyler yetiştirmeye nasıl başladın?

Benim için balkonumda birşeyler yetiştirmeye karar verme anım çok şansa oldu. 11 yıl önce Sydney’de gittiğim bir çiftçi pazarında bir üretici bana denemem için bir domates uzattı. Ben de domatesi aldım; ve yürümeye devam ettim. Ne zaman ki o domatesi ısırdım; işte o zaman ‘vay’ dedim. Domates o kadar tatlı, o kadar sulu ve o kadar lezzetliydi ki; çiftçinin bulunduğu tezgaha geri dönüp ona bu domatesleri nereden bulduğunu sordum. O da bana bu domatesleri kendisinin yetiştirdiğini, tohumlarının atalık olduğunu; ve bu güzelim domatesi süpermarkette bulamayacağımı söyledi. Ben de onun üzerine; ‘peki ben bunları nereden bulacağım’ dedim; o da bana ‘ya benden alabilirsin; ya da elindeki domatesin çekirdeklerini kendin ekersin; ve senin de olur’ dedi. Tam da o anda balkonumda domates yetiştirmeyi denemeye karar verdim.

Tohumları buldun. Sonra ne oldu?

Evet, tohumlar bendeydi. Fakat daha önce hayatımda hiç bahçeyle ilgilenmemiştim. Ne de herhangi bir sebze, meyve ya da nebat yetiştirmiştim. Yaşadığım apartıman dairesi ise binamın 13. katında yer alıyordu; ve ben orada herhangi birşey yetişebileceğine inanmıyordum. Nasıl olduysa biraz toprak aldım; ve tohumları yerleştirdim. Sonra da internette ufak bir araştırma yapıp, onlara birazcık su verdim. Neyse ki balkonum günde yedi hatta sekiz saat güneş alıyordu; ve bir mucize oldu. O minik tohumlar önce filizlendi; sonra çiçeklendi; ve sonra domateslerim büyüdü. Ve benim kendi domateslerim de, o çiftçi marketinde tattıklarım kadar lezzetliydi.

Domatesten sonra önce fesleğen, sonra patlıcan, sonra da turp, limon ve hatta kiraz yetiştirdim. Öyle ki; bir senenin sonunda balkonumdan tam yetmiş kilo yiyecek topladım. Ve bütün bunları 20 metrekarelik bir balkonda yetiştirmiştim. Söylemeliyim ki; yetiştirdiğim her bir meyve, her bir nebat, daha önce süpermarketten aldıklarımdan kat be kat lezzetlilerdi; ve beni balkonumda bahçeciliğe devam etmeye ilham veren şey de işte buydu; lezzet. Ne zaman ki gerçekten lezzetli birşeyler yersiniz; o zaman daha önce tükettikleriniz size yetmez olur.

Indira Naidoo'nun balkonunda büyüyenlerden bir kesit.
Indira Naidoo’nun balkonunda büyüyenlerden bir kesit.
Balkonunda birşeyler büyütmeye başladığın o ilk sene, bu hobi senin için çok kişisel bir projeydi. Edible Balcony projen nasıl büyüdü, anlatır mısın?

Kendi meyve, sebze ve nebatlarımı yetiştirirken bir yandan da bir blog yazmaya başladım. Ve o blog üzerinden dünyanın farklı yerlerinden mesajlar gelmeye başladı; ‘ben de Barselona’da balkonumda birşeyler yetiştiriyorum’, ya da ‘Sudan’dan yazıyorum; ben de bahçemde şunları, şunları yetiştiriyorum’ diye. O zaman farkettim ki dünya üzerinde birbirinden çok farklı coğrafyada insanlar benimle aynı ‘çılgın’ şeyi yapıyordu. O sıralar ben yaptığım şeyi biraz garip buluyor; hatta arkadaş ortamımda çok da dillendirmiyordum. Bir zaman geldi ki; blogumun bir kitaba dönüşebileceğini düşünmeye başladım. O sırada yine şansım yaver gitti. Slow Food’un kurucusu Carlo Petrini’nin bir yemek davetine katılma şansı buldum. Kendisinin yaptıklarını, ve yazılarını zaten yakından takip ediyordum. Ve yemeğe de Carlo (Petrini)’ye hediye olarak bir buket götürdüm. Fakat buket çiçeklerden değil, kendi bahçemde yetiştirdiğim pazı ve biberiye gibi ot ve yapraklardan oluşuyordu. Yemeğe katılan herkes buketimi o kadar beğendi ki… Ve yine şansıma yemeğe bir de yayıncı katılmıştı. Kendisi bana önümüzdeki hafta bir araya gelmeyi teklif etti; ve kitap anlaşmam da işte o hafta imzalandı. Sonrasında da ‘The Edible Balcony’ (Yenilebilir Balkon) yayınlandı.

The Edible Balcony
Indira Naidoo’nun ilk kitabı ‘The Edible Balcony’, Penguin Random House yayınevi tarafından basılmıştı.

The Edible Balcony çok kısa zamanda uluslararası en çok satanlar listesine girdi; ve bir anda insanlar bana sorular sormaya başladılar. ‘Kendi bahçemi nasıl oluşturabilirim; şu kadarlık bir alanım var; sizin yaptıklarınızı nasıl uygulayabilirim; bunu kendi okulumda ya da kendi emeklilik evimde nasıl başarabilirim; veya bizim kendi küçük topluluğumuz için yenilenebilir bir bahçeyi nasıl kurgulayabiliriz?’ gibi. İşte o zaman, o güne kadar tamamen kendim için yaptığım bu çalışma bir işe dönüştü ve büyüdü. Şimdilerde de ben zamanımın çoğunu başka insanlara yiyeceklerini ufak alanlarda ve şehirlerde nasıl büyütebileceklerini göstererek geçiriyorum.

Ve öyle bir zaman geldi ki yenilebilir balkonlar projen yenilebilir şehre dönüştü…

Evet; kendimizi okullarda artık kullanılmayan tenis kortlarında, ya da kimsenin kullanmadığı eski park alanlarında yerel topluluklarla beraber yenilebilir bahçeler kurarken bulduk. Avustralya’ya gelen ve kendi memleketlerinde alışmış oldukları meyve, sebze ve nebatları büyütmek isteyen mülteci ve sığınmacılarla çalıştık. Bir zaman geldi ki, şirketler de kendi çatılarında yenilebilir bahçeler kurmak; hatta bal yapmak istediler; ve biz onlara da destek olduk. Şimdilerde Avustralya’nın yanı sıra New York, Hong Kong ve Singapur’da farklı projeler yürütüyoruz. Açıkçası işin küçücük bir balkonda yetiştirdiğim nebatlar ve meyvelerden buraya gelmiş olması; ve uluslararası uygulamalarının bulunuyor olması benim için de bir sürpriz.

Yaptığın işte seni en çok ne tatmin ediyor?

Şehirde yaşayan, doğayla bağını kaybetmiş, parmaklarının arasında çimenin nasıl hissettiğini unutmuş, büyümekte olan bir meyve ya da sebzeyi hiç görmemiş, ya da koklamamış; ve birşeyler yetiştirmeye mekansal kısıtlamalardan dolayı cesaret edememiş insanların, bunu başarabileceklerini gördüğünde aldıkları keyif benim için herşeye değer. Ne zaman ki onlara ufak bir kutuda, bir tenekede ya da saksıda neler yetiştirebileceklerini gösteriyor; ve onlar da bunun karşılığında gerçekten birşeylerin yetiştiğini görüyor; ve ‘bunun ben yetiştirdim’ diye gurur duyuyor, ve onları pişiriyor ya da yiyorlar; onların hissettiği heyecan bana da geçiyor. Ve bu işi yapmaya devam etmek istiyorum.

Indira Naidoo, geçtiğimiz sene de Parabere Forum‘un konuşmacıları arasıdaydı. 
Kişisel balkonların yanı sıra, siz şu sıralar yerel toplulukların kendi yenilebilir bahçelerini de kurgulamasına destek oluyor; onlara bir nevi danışmanlık veriyor ve fikir önderliği yapıyorsunuz. Yerel bir topluluğun sürdürülebilir bir yenilebilir bahçeye sahip olması için nasıl bir takıma ihtiyaçları var?

Çalışmalarımız sırasında farkettik ki; bizden destek almak isteyen yerel topluluklarının projelerinin sürdürülebilirliği adına farklı yetenek ve bilgiye sahip insanların bu topluluk içerisinden bir araya gelmesi önemli. Örneğin bir bahçe uzmanı var ise eğer grubun içinde; o zaman işleri çok daha kolaylaşıyor. Birşeyleri inşa edebilecek; veya mühendislik bilgisi olan kişiler de bahçe projesinin parçası olmalı. Ne kadar farklı yetenekleri bir araya getirirlerse, bahçeden elde edecekleri mahsülün sağlıklı, doyurucu ve verimli olması şansı da o kadar yüksek. Bir yandan da yerel konseyler ve belediye meclisleriyle işbirliği yapabilecek; onlarla süreç boyunca iyi ilişkileri sürdürebilecek birilerinin de topluluğun içinde var olmasının önemini gördük; misal,  Avustralya’da nerede, hangi suyla, ve hangi elektrikle neler yetiştirebileceğin konusunda ciddi bir bürokrasi ve yasaklar mevcut. Bahçe topluluğunuz ne kadar farklı yetenek ve bilgileri olan profesyonelleri ve uzmanları bir araya toplarsa; işiniz o kadar kolay oluyor.

Bir yandan da bu projelerin finansmanı konusu da önemli, değil mi?

Maalesef bir topluluk bahçe projesinin sürdürülebilir olabilmesi, bahçenin aldığı gün ışığı ve ulaştırabildiğiniz su kadar, projenin finansmanına da bağlı. Bizim üzerinde çalıştığımız konulardan biri tam da bu; yani yerel topluluklarla benzer sorumluluk hissiyatına sahip şirketleri bir araya getirmek ve bir sinerji oluşturmak. Örneğin, bir evsizler topluluğunun bahçe projesini bir bankanın çatısında hayata geçirdik. Bu banka, kurumsal olarak evsizleri desteklemeye önem veriyordu; ve biz de bu topluluk ile bu kurumu birbirleriyle tanıştırdık. Sonuçta banka, evsizlere, bahçede gerekli olan toprak ile bahçıvanlık araç ve gereçleri gibi ihtiyaçları için belli bir maddi destek sağlıyor. Bankanın kendi çalışanları da bahçede evsizlerle birlikte bahçecilik faaliyetlerine, ve sonrasında da çeşitli yemek yapma atölyelerine katılıyorlar. Banka çalışanları hem yaşadıkları topluma birşeyler geri veriyor olmaktan mutlu; bir yandan da evsizler de bu faaliyetten gelir sağlıyorlar. Yerel ve küresel ölçekte kurumların desteğinden pozitif olarak faydalanabilecek birçok topluluk var; fakat yapmanız gereken doğru toplulukları doğru kurumlarla bir araya getirmek.  Ne zaman ki bunu başarıyoruz; o zaman onları kendi aralarında bırakıyor; ve bir sonra ki bahçeye geçiyoruz.

Okuyucularımızın Edible Balcony projesinden edinebileceği birincil çıkarımlarının ne olmasını isterdin?

Şunu anlamamız gerektiğini düşünüyorum; ihtiyacımız olan tüm gıdayı şehirlerimizde yetiştirmeyebiliriz; geniş arazi tarımına da ihtiyacımız hala devam ediyor. Fakat bilmelisiniz ki; yediğimiz tüm nebatları şehirlerde, kendiniz yetiştirebilirsiniz. Tüm marulları da öyle; marulun ihtiyacı olan tek şey bir pencere önü; o kadar. Ispanak gibi çok çabuk tüketilmesi gereken birçok yeşilliği de yine aynı şekilde şehirlerde, balkonlarımızda yetiştirebiliyoruz. Edible Balcony projesinin amacı insanlara şehirlerde gıdayı yetiştirmenin birçok alternatif yolu olduğunu göstermek; bazıları sadece bir balkonda, bazıları çiftliklerde yetiştirilecek; bazıları ise binaların çatılarında. Yaşadığımız mekanlara adapte olup, içinde bulunduğumuz toplulukların ve bireylerin ihtiyaçlarını gözeterek alternatif yollar bulmak; ve yetiştirmeye devam etmek… Bizim yaptığımız bu.

ARZU SAK SEYHUN

Gastronom, peynir tadımcısı, meraklı ve heyecanlı bir yemek hikayecisi, bir nevi dünya vatandaşı. Yemeğin insana ve farklı kültürlere dair anlamlarının mütemadiyen peşinde.