TOHUMUN GELECEĞİ: YEREL TOHUMLAR VE TOHUM BANKALARI

Gıda güvenliğinin teminatı olan yerel tohumlar, doğal genetik çeşitliliğiyle lezzeti bol ve besin değeri yüksek mahsuller sunuyor. Her birinin kendi hikâyesi var. Çünkü büyüleyici bir tarihi beraberinde getiriyorlar. Gasterea olarak yerel tohuma ve tohum bankalarına mercek tutuyor; önce yerel tohumun önemine değiniyor, ardından dünyadaki tohum bankalarına göz atıyoruz. Son olarak da sizi Çanakkale Tohum Sandığı’na götürüyoruz.

Yıllar önce Ankara’da yaşarken evimin geniş balkonunda ne hobi ne de çiftçilik diyebileceğimiz bir düzeyde büyük saksılarda sebze yetiştiriyor, kahvaltı ve salata malzemesi olarak kendi kendime yetebiliyordum. Bu alan gündüz doğrudan güneş alıyor, camla kapalı olduğu için de sera etkisi yaratıyordu.

Sabah uyandığımda bir tohumun viyolde filizlendiğini görmek veya bir hıyarın çiçek açması bile beni mutlu ediyordu. Fakat bir konuda hata ediyordum. Çünkü kullandığım tohumların çoğu belli firmalardan satın aldığım tohumlardı, hibritti; verdikleri sebzelerden tohumluk ayıramıyordum.

Sonra bir gün Çankaya’da düzenlenen bir Tohum Takas Şenliği’ne katıldım. Etkinlik herkese açıktı; ister büyük miktarda üretim yapan bir çiftçi isterse de benim gibi “balkon bahçecisi” olsun herkes bu etkinliğe ücretsiz olarak katılabiliyor, elindeki tohumları (yerel olmak kaydıyla) takas edebiliyordu. Hatta -yine benim gibi- elinde tohum olmayanlar da takas masalarından tohum alabiliyordu. Ben de -halen sakladığım- birkaç çeşit tohum alarak şenlik alanını dolaşmaya başlamıştım. Şenlik yeri; bahar bahçe…

Takas şenliğinde ‘yaşasın tohum’ sloganıyla takas edilen tohumlardan kesit. Fotoğraflar: Batuhan Sarıcan

O sırada panellerin düzenlendiği salonda hararetli bir tartışma yürüyordu. Ben de merak ederek dinleyiciler arasındaki yerimi almıştım. Kabaca yerel tohumun önemiydi konu. Panelin en güzel yanı, çiftçi olsun akademisyen olsun herkese söz hakkı vermesi ve herkesin birbirinden bir şeyler öğrenmesiydi. Ancak bu panelin benim için önemi başkaydı. Ben yerel tohumun ne kadar önemli olduğunu burada öğrenecek, sonra bir daha da hibrit tohum kullanmayacaktım.

Köyünden gelen bir çiftçi söz aldı. Ayağa kalkarken kasketini çıkardı, yanında getirdiği bez çantadan bir şeyleri avuçladı ve konuşmaya başladı. Avucunda tuttuğu tohumlarla yumruk yaptığı elini havaya kaldırdı ve “Ben hainim! Anamın yadigârını sattım kardeşler!” diye bağırdı. Neşeli ve sıcak ortam bir anda buz kesmişti. Salondaki ufak tefek grup konuşmaları kesilmiş ve herkes dikkatini çiftçiye vermişti.

Birkaç saniye süren ama bize daha uzun gelen bir sessizliğin ardından panelin moderatörü, çiftçiye niçin böyle dediğini sordu. Heyecanından ötürü özür dileyen çiftçi de elindeki yerel tohumları göstererek bu tohumları “ufak bir hediye” karşılığında bir tohum firmasına verdiği için böyle dediğini söyledi. Çok pişmandı. Birkaç nesil önceden gelen bu tohumlar anasından kalan tek mirastı. Neden sonra aynı firmadan kendi tohumunun hibritini satın almak zorunda kaldığından bahsetti. “Şimdiki aklım olsa,” dedi, devamını getirmedi.

Kimseden çıt çıkmıyordu. Çiftçi nereden geldiğini, ne tarımı yaptığını ve kaç nesildir tarımla uğraştığını ve tohum firmasıyla yaşadığı olayı genel hatlarıyla anlattı. Mesele şuydu; birkaç yıl önce köylerine gelen uluslararası tohum firması yetkilileri, çiftçilerle birer birer konuşarak başka hiçbir yerde bulunmayan, o yöreye has tohumları kimine traktör kimine büyükbaş teklif ederek almak istemiş, sadece bu çiftçi tohumlarını verme gafletinde bulunmuştu. Neden sonra bu tohum, kimse ne olduğunu anlamadan laboratuvara girmiş, genetiğiyle oynanmış ve tescilletilip aynı köylüye, “daha fazla verim alacaksın,” diyerek hibriti satılmaya başlamıştı. Bu tohumun, köyün ekonomisi üzerindeki etkisi büyüktü.

İşte o gün benim yerel tohum farkındalığım açısından önemli gün oldu. O günden itibaren birçok kaynak karıştırdım. Konuyla ilgilenen insanlarla yeri geldikçe konuştum, yazmaya çalıştım. Tıpkı benim farkındalığımı sağlayan o olay gibi, belki bu yazı da bir kişinin de olsa yerel tohum farkındalığına katkıda bulunur.

Şimdi öncelikle tohumun anlamından başlayarak yerel tohumun öneminden bahsedelim. Ardından dünyanın en büyük iki tohum bankasına değinip Türkiye’de bulunan bir tohum bankasının konuğu olalım.

Yerel tohumlar vs GDO’lu/hibrit tohumlar

Tohumlar, bitkilerdeki eşeyli üremenin bir sonucu olan döllenmiş, açıkta tozlanan olgun ovüller olarak nitelendiriliyor. Bir tohum, belki yüz yıl öncesinden “tohumluk” ayıra ayıra bugüne kadar gelmiş olabiliyor. Bu sebeple tohumun, geçmişle gelecek arasında bir köprü kurduğunu söyleyebiliriz. Bu “köprü” metaforu oldukça kıymetli. Çünkü kadim genetik bilgisiyle bugünün olumsuz koşullarına karşı bir zırh oluşturuyor; hem çiftçiyi hem de tüketiciyi koruyor. Gelecek kuşağa bir güvence veriyor. Daha teknik karşılığıyla gıda güvenliğinin teminatı oluyor.

Bahsettiğimiz tohum, yerel tohumdur; sandıkta sakladığınız bu tohumu toprağa ekiyorsunuz ve mis gibi ürününüzü alıyorsunuz. Sonra aldığınız ürünün en güzide parçalarını seçiyor, tohumlarını uygun koşullarda “tohumluk” olarak muhafaza ediyor ve yeniden sandığa saklıyorsunuz. Bu, siz ölene kadar devam ediyor ve miras olarak evladınıza kalıyor. Evrimsel sürecin bir parçası olarak “en güçlü bireyler” dayanıklılığını ve verimliliğini gelecek nesle aktarıyor.

Fotoğraf: Jen Theodore

Ancak yaşadığımız dünya bir açgözlülük dünyası. Tohum firmaları, elde edilecek ürünün “istenen özellikleri vermesini sağlamak için” tohuma yapay olarak müdahale ettiğinde işler değişiyor. Bir başka deyişle, tohumun DNA’sı değiştirilmek üzere laboratuvara giriyor ve genetiğiyle oynandığında “kadim bilgi” sakatlanıyor. Tohum ve verdiği ürün tek tipleşiyor.

Evet, bu tohumdan belki nicelik olarak daha yüksek verim alıyorsunuz. Üstelik zararlıları da kendinden uzaklaştırarak hastalık riskini de bertaraf ediyor. İlk bakışta bunlar kulağa hoş geliyor olabilir. Yani hal böyleyken, hibrit ve GDO’lu tohumlar fazla verim sağlıyor ve birçok tarım zararlısını uzak tutuyorsa bunun yerine neden ata yadigârı tohum ekesiniz ki?

Niçin yerel tohum?

Burada nitelik-nicelik ayrımı yapmak gerekiyor. Hibrit ve GDO’lu tohumlardan aldığınız niceliksel verimdir; kısa vadeli ve dışa bağımlıdır. Çünkü aldığınız üründen “tohumluk” ayıramıyorsunuz, üründe tohum bulsanız bile bu tohumlar sakatlanmış oluyor, bir sene sonra ürün vermiyor. Tohum firmasından yeniden tohum almanızı gerektiriyor.

Tarım ekonomisinin özünde tohum olduğu için uluslararası tohum firmaları da sizin yerel tohumunuzu çalmaya çalışıyor; başarılı olurlarsa yerel tohumları ele geçiriyor ve kendi adlarına tescil ettiriyorlar, sizi kısır tohuma (hibrit) mecbur bırakıyorlar. O tohum da toprağı kirletiyor ve yine o firmanın gübresini ve ilacını kullanmak zorunda kalıyorsunuz. Çiftçinin dışa bağımlılığı da böyle başlıyor; özgürlüğünün sona ermesiyle…

Buna karşın yerel tohumun niteliksel verimi daha yüksek ve ekonomik açıdan sizi tohum firmasına bağlamıyor, yani özgür oluyorsunuz. Toprak da o firmaların gübre ve ilaçlarıyla zehirlenmemiş oluyor. Bir yandan tüketiciye de daha sağlıklı ürünler sunmuş oluyorsunuz.

Bu yol bazı çiftçilere yorucu ve riskli geliyor olabilir. Çünkü ürününüz hastalıklara karşı bir nebze daha kırılgan olabiliyor ama akıllı bir çiftçi, emeğinin daha iyi tat ve besleyicilikte karşılığını bulacağını ve bunun maddi olarak da karşılığını alacağını biliyor.

Farklı tahıl tohumları.

Yerel tohumun biyoçeşitlilikle ilişkisi

Yerel tohumların bir diğer önemli yanı ise biyolojik sürdürülebilirlik niteliğidir. Yerel tohum kullanmak, biyoçeşitliliğin korunması için kritik öneme sahiptir. Şöyle açıklayalım: Bir bitkinin filiz vermesi ve gelişimine ilk kertede yardımcı olan; bitkinin besleyiciliğinin de kaynağı olan yüksek protein, nişasta ve yağ rezervleri tohumun içindedir. Bu tohumları laboratuvara sokup bugünün doğal şartlarına göre tek tipleştirdiğinizde bu tohumun geleceği, türün biyoçeşitliliği ve dolayısıyla gıda güvenliği tehlikeye giriyor.

Yerel tohum zaten çiftçi eliyle en iyi bireyleri geleceğe aktardığı için bu sürecin bozulması da sadece günü kurtarmak anlamına geliyor. Ayrıca GDO’lu ve hibrit tohumlar, tozlaşmayı sağlayan arıların da zarar görmesine yol açıyor. (Arıların gezegen açısından önemi başlı başına başka bir yazı konusu.) Bu yüzden yerel tohum, arıları ve doğayı korumanın esasıdır diyebiliyoruz.

Yerel tohumlardan yetişen “aile yadigârı bitkiler” çoğu zaman organiktir. Çünkü bunlar genellikle böcek ilacı veya diğer zararlı kimyasalları kullanmayan küçük ölçekli bahçıvanlar tarafından yetiştiriliyor. Bununla birlikte, hibrit ve GDO içerikli bitkiler, yeni koşullara, hastalık ve zararlılara karşı korunmasız olduğundan (yeniden laboratuvara girmesi gerektiğinden) toprağı daha çok kimyasala maruz bırakıyorsunuz, bu da hem toprağı hem tüketiciyi zehirliyor.

Dünya’daki büyük tohum bankaları ne kadar güvenilir?

Yerel tohumun önemini az çok anladığımıza göre dünya genelinde tohumun nasıl korunduğuna değinmek gerekiyor. Tohum koruma denildiğinde aklımıza ilk olarak tohum bankaları geliyor. Bu tip ambarlar, tohumları ex situ (doğal ortamlarından uzakta) saklayarak kısa vadede gıda tedarikini desteklemeyi, uzun vadede ise türleri iklim değişikliğinden ve biyolojik çeşitlilik kaybından koruma amacı taşıyor. Bir nevi gıda güvenliği poliçesi gibi diyebiliriz.

 

Svalbard Küresel Tohum Ambarı’nda tohumlar geleneksel cam tüpler yerine özel olarak geliştirilmiş alüminyum paketlerde saklanıyorlar.

Dünyanın dört bir yanındaki yerel, ulusal ve bölgesel olmak üzere yüzlerce tohum bankasının toplamda milyonlarca mahsul numunesine sahip olduğu düşünülüyor.[1] Bunlardan en meşhuru Svalbard Küresel Tohum Deposu; Kıyamet Ambarı olarak da bilinen bu tohum deposu, Norveç’in Kuzey Kutbu’na yakın bölgesindeki Spitsbergen Adası’nda, buzla kaplı bir dağın 100-130 metre kadar içinde bulunuyor. Yapımına 2006’da başlanan ve 2008’de faaliyete geçen 8.8 milyon dolar kuruluş maliyetiyle Kıyamet Ambarı, geçtiğimiz yıl 33 ülkeden daha yeni tohumlar edinerek depolanan toplam örnek sayısını 1,05 milyona çıkarmış durumda.[2] (Hollanda’daki Wageningen Üniversitesi’ne göre rakam: 2.25 milyon.[3]) Burada bitki verimini veya dayanıklılığını artırabilecek “deneysel türler” için önemli olan çok sayıda ülkeden ve yerel halklardan tohum kopyalarını saklanıyor.

Svalbard Küresel Tohum Deposu, Norveç’in Kuzey Kutbu’na yakın bölgesindeki Spitsbergen Adası’nda, buzla kaplı bir dağın 100-130 metre kadar içinde bulunuyor. Fotoğraf: Newsweek

Norveç Hükümeti tarafından desteklenen ambarın arkasında Crop Trust Vakfı var. Birincil finansman kaynaklarına baktığımızda FAO’yu görmek içimizi rahatlatıyor olabilir. Hatta Japonya, Kanada, Brezilya, Hindistan ve AB ülkeleri başta olmak üzere çeşitli ülke hükümetlerini görmek de bize güven veriyor olabilir. Ancak listeyi incelediğimizde konunun farklı bir boyutu ortaya çıkıyor; Sygenta, Bayer ve Dupont gibi GDO ve hibrit tohum faaliyetleri yürüten firmalarla karşılaşıyoruz. Bununla birlikte Bill & Melinda Gates Vakfı gibi özel kuruluşlar da Crop Trust’ı fonluyor.[4]

Bu yüzden Google’a, “en büyük tohum bankası” yazdığımızda Svalbard’ı görmemiz normal, zira reklamcıları iyi çalışıyor. Fakat her ne kadar en şöhretli tohum bankası Norveç’teki Svalbard Global Tohum Deposu olsa da ondan daha büyüğü ve nispeten daha güvenilir olan bir örneği var: Birleşik Krallık’taki Kew, Kraliyet Botanik Bahçeleri’ndeki Milenyum Tohum Bankası (MSB).

Milenyum Tohum Bankası, Svalbard’ın onlarca katı büyüklüğünde bir hacme sahip; 2000’den beri 190’ın üzerinde ülkeden gelen, dünyadaki depolanabilir tohumların en az 39.000’den fazla farklı bitki türünü içinde barındıran 2.4 milyar tohuma ev sahipliği yapıyor.[5] Bu da onu dünyadaki en fazla bitki türünün genetik deposu yapıyor.

İngiltere’de Royal Botanical Gardens bünyesinde bulunan ‘Millenium Seed Bank’; dünyanın en büyük tohum bankası. Fotoğraf: RBG Kew

Bu tip büyük tohum bankaları, diğer tohum bankalarında veya bazı bölgelerde yapılan tarımsal faaliyetlerde işler ters gittiğin zaman birbirine destek hizmeti sağlıyor. Aynı zamanda nadir ve nesli tükenmekte olan türleri de koruyarak gıdada sigorta poliçesi niteliği taşıyorlar. Bu yüzden de olağanüstü durumlara karşı son teknolojiye sahipler.

Sözgelimi uluslararası gen bankası standartlarına göre düzenlenen MSB, sel, bomba ve radyasyon gibi felaket senaryolarına göre tasarlanmış durumda. Enerjisini güneş panellerinden sağlayan Wellcome Trust Milennium binasında bulunuyor; burada tohumlar, uluslararası tohum koruma standardı olarak -20 °C’lik ortamlarda saklanıyor (Svalbard’da bu derece -18 °C olarak bildiriliyor). Tohumlar buraya ilk geldiklerinde iki hafta ila altı ay süren bir kurutma işlemine tabi tutuluyor ve bu işlem, tohumun ömrünü 40 kata kadar uzatıyor.[6]

Milenyum Tohum Bankası’nda tohumların saklanma koşullarından bir kesit.

Buradaki tohumlar genel olarak Kew’deki bilim insanlarının saha çalışmalarında elde ettikleri tohumlardan ve uluslararası tohum ortaklıklarından sağlanıyor. Bazı tohumlar işlem yapılmasına “karşı geldiği” ve saklanmayı reddettiği (inatçı olduğu) için canlı bitki veya kültürleriyle muhafaza edilen türler de var. Bu depolar aynı zamanda botanikçiler ve genetikçilere de araştırma için kapılarını açıyor.

Kapama gibi bir lüksleri de yok; tohum bankaları, kafalarına göre karar verip tohum ambargosu koyamıyor. Bunu güvence altına alan anlaşma ise Gıda ve Tarım için Bitki Genetik Kaynakları Uluslararası Anlaşma; tohum bankalarındaki mahsul çeşitliliğine erişilmesi ve faydanın paylaşılmasıyla ilgili kuralları belirliyor.

BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin 2. amacı: Açlığı sona erdirmek, gıda güvenliğini sağlamak ve beslenmeyi iyileştirmek. Bununla birlikte sürdürülebilir tarımı teşvik etmek. Bu amaçla bağlantılı olan Hedef 2.5 ise tohum bankalarının çalışmalarını açık bir şekilde küresel gıda güvenliğiyle ilişkilendiriyor:

“…türlerin genetik çeşitliliğini korumak ve bunlara erişimi teşvik etmek. Genetik kaynakların ve bunlarla ilgili geleneksel bilginin kullanımından doğan faydaların uluslararası kabul görmüş yollarla adil ve eşit bir şekilde paylaşılması.”[7]

Çanakkale’de güvenilir bir tohum bankası örneği: Tohum Sandığı

“Yüzyıllık kuyu yüzyıllık tohumları suluyor.”

Kapasitesi daha küçük olan yerel tohum bankaları ise daha çok yerel türleri korumak ve gelecek nesillere aktarmak için çalışıyor. Bunlardan biri Türkiye’de; birkaç yıl önce Troya Festivali kapsamında gittiğim Çanakkale’de ziyaret ettiğim Tohum Sandığı.

Çanakkale’de yüce bir görev üstlenen ve 5 Mayıs 2017’den bu yana faaliyet gösteren Tohum Sandığı iki ziraat mühendisine emanet; Esra Özdemir ve İbrahim Batdal. Kendilerine konuyla ilgili merak ettiklerimizi sorduk, kırmadılar ve cevapladılar. 

Çanakkale Tohum Sandığı’nda ayrıştırılan tohumlardan bir kesit. Fotoğraf: Batuhan Sarıcan
Şahsi bir soruyla başlamak istiyorum. Yerel ve atalık tohumlarla ilgili çocukluğunuza dayanan bir hikâyeniz var mı?

Tohum Sandığı’nın açıldığı ilk günden bu yana çalışan ziraat mühendisleri olarak ikimiz de çiftçi ailelerin çocuklarıyız. Çocukluğumuzdan beri ata tohumlarını üreterek ve tüketerek büyüdük. Yerel tohumdan yetişen sebzelerin tat ve aromasını bilen nesilden gelen bireyler olduğumuz için de atalık tohumun gelecek nesiller için ne önem taşıdığını biliyoruz.

Peki Tohum Sandığı’nın çalışma serüveni nasıl başladı?

Gelişen dünya tarımında birincil önceliğin ekonomik çıkarlar olduğu, birim alandan daha fazla ürün alabilmek için insan sağlığının ikinci plana atıldığı bir dönemden geçiyoruz. Genetiğiyle oynanmış, daha fazla ürün ve kazanç elde etme uğruna değişime uğramış tohumlar, insanlarda geri dönüşü olmayan tahribatlar oluşturuyor. Buna karşın binlerce yıllık bilgi ve deneyime sahip, en iyiyi üretme çabasında olan çiftçilerimizin de bu birikimlerinin korunması ve gelecek nesillere aktarılması için ata tohumlarının envanterinin oluşturulması, toplanması ve korunması amaçlarıyla -1900’lü yıllarda Çanakkale’nin ilk su deposu olarak kullanılmış tarihi yapı restore edilerek- Tohum Sandığı projesi hayata geçirildi. “Yüzyıllık kuyu yüzyıllık tohumları suluyor” sloganıyla yola çıkıldı.

Tohum Sandığı ne gibi çalışmalar yürütüyor?

Tohum Sandığı, açıldığı günden beri kuruluş amaçları doğrultusunda hareket ediyor. Örneğin merkezimiz, yüzlerce genç ve çocuğa iyi tarım ve ata tohumlarıyla ilgili “üretim bahçemizde” uygulamalı eğitim ve bilgilendirme çalışmaları yürütüyor. Çalışmalar kent merkezinden başlatılmış olup proje alanı dışında da yaygınlaştırılarak daha fazla çocuk ve gence ulaşılması hedefliyor. Buradan hareketle hemen hemen her gün farklı yaş grubundan ziyaretçilerimizi ağırlayarak 7’den 70’e geniş yelpazedeki ziyaretçilerimize hem sağlıklı yaşamayı hem iyi tarımı hem de tohumu anlatıyoruz, onların da bilgi ve tecrübelerini dinliyoruz.

Çiftçi gelip sizden tohum alabiliyor mu?

Yerel çeşitler bağış olarak alındıktan sonra adaptasyon ve verim açısından deneme üretim parsellerinde yetiştiriliyor. Bunların içerisinden ümitvâr çeşitler, ilerleyen yıllarda bölgedeki üreticiye ücretsiz bağış yolu ile sağlanıyor.

Bugün Tohum Sandığı’nın envanterinde kaç tohum var?

Başlangıçta 15 olan çeşit sayımız, gerçekleşen yoğun ilgi sayesinde yaklaşık 150’ye ulaştı. Çeşitlerimizi daha da zenginleştirmek ve yaygınlaşmasına katkı sağlamak için yerel tohum takas şenlikleri düzenliyoruz.

Envanterdeki en eski tohum hangisi?

Karakılçık buğdayı.

Kaç yıllık olduğu düşünülüyor?

80 yıllık.

Bir tohum hangi koşullarda saklanmalı?

Belirli bir oransal nemde, karanlık, serin ve kuru bir ortamda saklanması gerekiyor.

İkiniz de ziraat mühendisisiniz. Sizce yerel tohumları korumak niçin önemli?

Yerel tohum, insanlığın var oluşundan bu yana içlerinden en iyilerini seçerek günümüze kadar gelen doğal evrim süreci sonucu hastalık ve zararlılara dayanıklı çeşitler oluşturuyor. Yerel tohumlar doğanın zorlu koşullarına uyum sağladıkları için o bölgenin karakteristik özelliklerini taşıyor. Bunun sonucunda meşhur Çanakkale domatesi gibi o yöreye özgü ürünler ortaya çıkıyor. Atalarımızdan günümüze kadar gelmiş genetiği bozulmamış tohumlarımızı gelecek nesillere aktarmak, yani atalarımızın mirasını yeni nesillere taşımak ise genetik çeşitliliğin temelini oluşturuyor. Biyoçeşitliliği korumak adına yerel tohumlarımıza sahip çıkmak bu açıdan önem taşıyor.

Çanakkale Tohum Sandığı’nda yerel ve atalık tohumlar cam kavanozlarda muhafaza ediliyorlar.
İnsanların kafasını karıştırabilen bir konu var, ona sizin cevabınızla açıklık getirmek istiyorum: Yerel tohum ile atalık tohum aynı şeyi mi ifade ediyor?

Örneğin Çanakkale bölgesinde nesillerdir iklimine, suyuna, toprağına kısaca bütün ekolojik koşullarına uygunluk göstererek varlığını sürdüren tohuma yerel tohum diyoruz. Aynı zamanda bu tohumlar ata tohumudur. (Editörün notu: Yerel tohum olup ata tohumu olmayan bir örneğe aşağıda rastlayacağız.)

Türkiye’de yerel tohum kullanımı konusunda bir yasak var mı? Sözgelimi çiftçi, ananesinden kalan sandıktaki tohumları gönül rahatlığıyla kullanabiliyor mu?

Türkiye’de 2006 yılında yürürlüğe giren 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nda yerel tohumların üretimi ve satışı düzenlenmiş durumda: Türkiye’de sertifikasız tohumların satışı yasak, fakat sertifikasız tohumdan üretilen ürünün satışı serbest.

Diyelim ki benim yerel tohumum var ama sertifikasız; bu kanun yerel tohumu yeterince koruyor mu?

5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’na göre sertifikalandırılmamış tohumların kaybolması ve biyoçeşitliğinin azalması gibi bir durum var. Bu bir dezavantaj. Ancak bir bölgenin başka bir bölgeye tohum ticaretini kısıtlamak, olası hastalık ve zararlıların yayılımını engelleyebilir. Bu kanunun bunun gibi avantajları da var.

Yerel tohum konusunda neler yapmamızı önerirsiniz?

İnsanlığın en büyük hazinesi, tohumlar… O yüzden, geleceğin sahipleri çocuklarımız için bu hazineyi korumalıyız. En sağlıklı ve doğalı üretme çabasında olan çiftçilerimizin binlerce yıllık bilgi ve deneyimlerini nesilden nesile aktarmalıyız. Üretimdeki ve tüketimdeki payını arttırmak amacıyla yerel tohumların sürdürülebilirliğini sağlayarak biyoçeşitliliğimizi korumak için bugünün tohumunu gelecek için toplamaya devam etmemiz gerekiyor.

Hibrite karşı yerel tohumu özendirmek.

Tohum Sandığı’nın ziraat mühendisleri Esra Özdemir ve İbrahim Batdal’la görüştükten sonra bir de Çanakkale Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürü Göksel Koyuncu’yu dinledik.

Göksel Bey, ben Tohum Sandığı’nı açıldıktan sadece birkaç ay sonra ziyaret etmiştim. O günden bugüne Tohum Sandığı ne gibi adımlar attı?

Siz buraya geldikten sonra Tohum Sandığı büyük adımlar attı. Sizin geldiğiniz sene dikim alanlarımız yeni yeni planlanıyordu. Şu anda 150.000 m2’de (150 dönümde) üretim yapıyoruz. Bu süreçte bir kadın dayanışma kooperatifi açtık. Belediyenin de desteklediği kadın girişimi olan Farm 17 markasıyla bunun satışını da yapıyoruz. Onlar da yine Çanakkale bölgesinde yetişen ürünlerle çalışıyorlar. Mesela Halkın Bakkalı diye bir satış ofisimiz var. İstanbul Kadıköy’deki semt pazarında da Tohum Sandığı olarak bir tezgâhımız da var. Oradan Troyida markalı bakliyat ve unumuza ulaşabilirsiniz.

Bu isim bana biraz tanıdık geliyor.

Evet, Troya’nın Troy’u ve Kaz Dağları’nın İda’sı bu ismi oluşturdu.

İbrahim Bey, envanterdeki en eski buğdayın, atalık karakılçık buğdayı olduğunu söyledi. Atalık tohumlar hakkında neler söylemek istersiniz?

Atalık buğday ayrı mesele. Karakılçık buğdayında geçen sene 100 dönümün üzerinde dikim yaptık. 11 tona yakın tohumluk aldık ve bu tohumları çiftçimize dağıttık. Aynı şekilde tamamıyla atalık olan bir buğday çeşidimiz daha var, onun da geliştirilmesi konusunda çalışıyoruz. Karasakız baklamız da atalık tohum mesela. 1980 öncesinin ihracat kalemiydi bu ürün. Ayrıca sarı susam var. Bayramiç helvalarını bilirsiniz. O bu tatlı susamla yapılır. Ana maddesi bu susam olmasına rağmen şimdilerde Habeşistan’dan ithal ediliyor. Biz bunu geri çevirmeye çalışıyoruz. 100 m² ile ekim-dikimine başladık, şu anda 5 dönüm, seneye de 50 dönüme çıkacak bu ve biz bunu çiftçimize hediye edeceğiz ki bu susamla, bu topraktan tahin ürettireceğiz.

Bir yandan çiftçinin tohum talebini de karşılamaya çalışıyorsunuz.

Evet, tohum talebini karşılama gayretindeyiz. Şu anda ürünlerimiz tohumda, Mart ayında tohum bağışı başladı. Eğer pandemi koşulları müsaade ederse 23 Nisan’ı takip eden üç hafta içinde tohum takas şenliği kapsamında viyollerde yerel tohumdan fide dağıtımı yapmayı düşünüyoruz.

Çanakkale Tohum Sandığı’nın envanterdeki her tohum atalık tohum mu?

Her yerel tohum atalık tohum olamaz. Mesela bizdeki domatese atalık tohum diyemeyiz, çünkü Anadolu toprağında yer bulan bir ürün değil. Sonuçta Amerika kökenli. Bizdeki domates tohumlarına atalık değil de yerel diyebiliriz, bunları tohumluk olarak envanterimizde tutuyoruz. Elimizde 8-10 çeşit var; bunların 3’ünü ise verim konusunda hibrit tohumlarla rekabet edebilecek düzeye getirdik. 5’te 1 oranında gübre, 5’te 1 oranında su veriyoruz. Çünkü diğer yöntemlerde ilaca dayanım çok yüksek. Biz bunu kırmak için uğraşıyoruz. İyi Tarım Uygulamaları kapsamında gübre olarak budama artıklarımızı kompost haline getirip onu kullanıyoruz.

Yerel tohum, hibrit tohumla verim konusunda nasıl rekabet ediyor?

Mesela hibrit tohumdan 1 dönüme 1 ton verim alıyorsunuz diyelim, bizimkinden 600 kilo alıyorsunuz ama 3-4 kat daha az gübre ve ilaç kullanıyorsunuz. Bunlar çiftçinin maliyetlerini düşürüyor. En nihayetinde çiftçiye para kazandırmanız gerekiyor. Mesela yerel tohumdan fide verince dönüme 1.000 lira kadar fide kazancı sağlıyorsunuz çiftçiye. Bizim bu çalışmalarımız sayesinde çiftçi, “Yerel tohumda az kazanç sağlıyoruz o yüzden hibriti tercih etmek zorundayız,” diyemeyecek. Aynı şekilde iki çeşit biber, tezgelen kabağı, kırçıllı patlıcan da bu kapsamda. Tabii bir de tat meselesi var. Damağına düşkün olanlar bu ürünlerin tadını bilir.

Kaynakça:

[1] https://www.zsl.org/sites/default/files/LPR%202020%20Full%20report.pdf

[2] https://www.scientificamerican.com/article/the-svalbard-vault-now-has-one-million-seeds/

[3] https://www.wur.nl/en/show/CGN-seeds-in-the-Svalbard-Global-Seed-Vault-FAQs.htm#:~:text=How%20many%20seeds%20will%20be,will%20continue%20for%20some%20time.

[4] https://www.croptrust.org/about-us/donors/

[5] https://www.kew.org/about-us/press-media/Kew-millennium-seed-bank-20-years

[6] https://www.kew.org/science/collections-and-resources/research-facilities/millennium-seed-bank

[7] https://unstats.un.org/sdgs/metadata?Text=&Goal=2&Target=2.5

 

Kapak fotoğrafı: Milenyum Tohum Bankası. Wolfgang Stuppy / RGB Kew