GASTEREA KİTAP: MİLYARDERİN SİRKESİ

Şarap dünyasında yaşanan en büyük dolandırıcılıklardan birinin hikayesi Benjamin Wallace tarafından kaleme alındı. Thomas Jefferson’a ait olduğu iddia edilen ve Christie’s müzayede evinde açık arttırmayla o güne kadar en yüksek satış fiyatını elde  eden ‘milyarderin sirkesi’nin hikayesini Levon Bağış’tan dinleyin.

5 Aralık 1985 günü Christie’s müzayede evindeki satışta sıra 337 no’lu şişeye gelmişti. Yıllardır bu işi yapmakta çok usta olan Michael Broadbent, sunağın arkasında salonun neredeyse en soylusu havaları ile bu satışı gerçekleştiriyordu. Şarap konusundaki uzmanlığı ile Cristie’s müzayede evinin şarap bölümünü kuran kişi olan Broadbent, dünyadaki herkesten daha narin, daha özel ve daha yıllanmış şarapları tatmış olması ile övünse de; o bile daha önce buna benzer bir şey satmamıştı.

Yeşil bir çuha üzerinde eski olduğu her halinden belli olan bir şişe vardı ve şişenin üzerinde “1787 Lafitte TH.J “ yazısı oyma ile yazılmıştı.

Bu nadir parçanın Amerika Birleşik Devletleri kurucu babalarından Thomas Jefferson’a ait olduğu iddia ediliyordu. Bu sav oldukça gerçekçiydi. Thomas Jefferson ABD’nin Fransa’daki  ilk elçisiydi. Bu çok önemli görev Thomas Jefferson’na verilmişti; çünkü İngiltere’ye karşı verilen bağımsızlık savaşında ABD’ye en büyük yardım Fransa’dan gelmişti;  kurucu babalar ise bu iyiliğin karşılığını, özgürlük bildirgesini yazanlardan Thomas Jefferson’ı  Fransa’ya elçi olarak göndererek ödüyorlardı. Thomas Jefferson için bu önemli bir fırsattı. Çünkü o, kendi arazilerinde şarap üretmeyi deneyecek kadar şarap tutkunu biriydi. Fırsat buldukça Bordeaux‘yu da kapsayan geziler düzenliyor, üreticiler ile mektuplaşarak mahzeninde özel şaraplar bulunduruyor ve bu şarapları, onlar hakkında uzun nutuklar verdiği yemeklerde dostları ile paylaşıyordu.

vintage wine bottle
1985 yılında Christie’s müzatede evi tarafından açık arttırmaya sunulan bu ‘nadide’ şarap şişesinin üzerine “1787 Lafite TH.J “ yazısı oyulmuştu.

Çok titiz bir arşivleme meraklısı olan Jefferson kendine gelen tüm mektupları ve kendi verdiği cevapların birer kopyasını alır, bunları titizlikle saklardı. Monticello’da şimdi müze olan evinde tüm bu arşiv hala saklanmaktadır. Ve bu mektupların arasında verdiği şarap siparişleri ve bu siparişlere üreticilerden gelen pek çok cevaba rastlanıyor. Jefferson’ın alışveriş yaptığı dönemlerde şaraphaneler kendileri şişeleme yapmaz; şarapları alan tüccarlar onları şişeler ve satardı. Thomas Jefferson’ın ise, şarabın gerçek üreticisinden emin olmak için, yaptığı alışverişlerde genelde şişelerin üretildikleri yerde şişelenip üzerlerine adını kazıtması gibi adetleri vardı. Bu nedenle adının baş harflerinin yazıldığı bu şişelerin gerçekten ona ait olması olasılığı çok fazla idi.

O gün müzayedede açık arttırmaya sunulan bu şaraplar, şarap bilgisi ve uzmanlığı tartışılmaz Michael Broabent’e Hardy Rdonstock adlı eski bir folk müzik yapımcısı bir Alman tarafından ulaştırılmıştı. Daha önce müzayedede baş göstermiş diğerlerine çok benzeyen bir hikayesi vardı bu şarabın. İşgal ya da şavaş zamanlarında ellerindeki şarapları saklamak isteyen koleksiyoner ve şarap üreticilerinin çok başvurduğu bir yöntemle saklanmış ve unutulmuş olduğuna inanılıyordu. Şarapları saklamak isteyen mahzen sahipleri, mahzende sahte bir duvar örüp, arkasına saklayarak şaraplarını korumaya çalışırlardı. Şişeleri Boradbent’e ulaştıran Rodenstock, Fransız Devrimi sırasındaki karmaşadan korumak için bu şişelerin de önüne bir duvar örüldüğünü, böylece şarapların iki yüzyıl boyunca hiçbir zarara uğramadan orada saklı kaldığına dair bir teori ileri sürüyordu. Mahzen çok iyi izole edilmiş ve daima 10-14 derecede bulunduğundan, bu şaraplar duvarın arkasında bozulmadan yıllarını geçirmişlerdi.

Bahsi geçen bu son müzayede öncesinde, belli bir zaman boyunca yıllanmış, özel şaraplar iyi fiyatlara alıcı bulmaya başlamıştı. Pek çok Avrupalı para babası aristokratlar gibi Amerikalı yeni zenginler de bu tarz şarapların peşine düşmüş ve şarapların fiyatları birkaç yıl içinde çok yükselmişti. Üstelik Thomas Jefferson’a ait olduğu iddia edilen şaraplar, Jefferson’un Bordeaux ziyaretinin 200. yıldönümünden iki yıl önce ortaya çıkmıştı; ki bu da şişelerin değerini haliyle arttırıyordu. Zira yıllanmış şarap almak, sadece iyi tadı olan ve içerken verdiği zevkten öte, bir koleksiyon objesi olarak da ciddi değer taşıyorlardı.

Bu yaşlarda bir şarabın ne durumda olacağı ciddi bir muammaydı. Genel kanıya göre ağzı mühürlenmiş bir şişenin içerisindeki oksijen şarabın içerisinde bulunan bazı kimyasallar ile etkileşime giriyor ve şarabı yavaş yavaş bozuyordu. Oksijen tıpkı bir kağıdı sararttığı gibi şarabı da değişime uğratıyordu. Fakat bu işlem sırasında şarabın bu ölüm yolculuğu şaraba çok hoş tatlar katıyor, yumuşatıyor ve daha iyi bir halede getiriyordu. Bu bilinmeyenlerin toplamı olayı daha heyecanlı bir hale sokuyordu.

Müzayede salonunu dolduran kalabalık işte tam da bu sebeplerden bu özel şaraba sahip olmak istiyorlardı. Christie’s gibi iyi bilinen bir müzayede evi ve şarap uzmanlarının en duayeninin işin başında olmasından dolayı da şarabın gerçekliğinden hiç şüphe duymuyorlardı. Şişenin üzerinde yazılar uzmanlara inceletilmiş, şişenin ve üzerindeki kazınmış yazının gerçekliği uzmanlarca teyit edilmişti. Şişenin ait olduğu dönemde kullanılan bir el matkabına monte edilmiş; ve yine o tarihlerde sıkça kullanılan bir matkap ucuyla yazıldığı da incelenmede ortaya çıkmıştı.

Alım yapmak isteyen hevesli müzayede izleyicilerinin arasında Amerika’da yayınlanan en büyük şarap dergisinin sahibi Marvin Shalken ve Forbes basın imparatorluğunun veliahtı Kip Forbes da bulunuyordu.

İkisi arasında geçen kıran kırana rekabette kimsenin beklemediği bir şey oldu. O tarihe kadar bir şişe şaraba verilen en büyük bedel ödendi. Kip Forbes babasının sahip olmayı çok arzu ettiği bu şarabı 75.000 dolara satın almıştı. Ertesi gün gazetelerde epey yer alan bu alımla ilgili gazeteler değişik yorumlar yapıyordu. Bazılarında bardağı 19.500$, yudumu 400$, mahzende geçirdiği her yıl için 795$ gibi kıyaslayıcı ve yarı alaylı haberler çıkmıştı. Daha sonra bu şişelerden birini adı açıklanmayan bir Orta Doğulu iş adamı almıştı. Son iki şişeyi ise Amerika’nın en zengin ailelerinden birinin veliahttı Bill Koch satın almıştı.

Rodenstock çok ünlü bir koleksiyonerdi; fakat yıllar içinde -Thomas Jefferson’a ait şişeler gibi- neredeyse tümü istisnai, hatta artık üreticisinde bile olmayan şarapların hep onun mahzeninden çıkması şüpheler uyandırdı.

Nitekim bu söylentiler Amerika’nın en zengin adamlarından biri olan Bill Koch’un da aklına şüphe tohumları ekti. Şişelerin sahte olduğuna ikna olmuş ve bunu kanıtlamak için şaraplara verdiğinden daha fazla para harcamaya başlamıştı.

Kimse şarapların kesinlikle sahte olduğunu söyleyemediği gibi, gerçek olduklarını da söyleyemiyordu. Şarabın kaç yaşında olduğunu söyleyecek bir teknoloji yoktu. Ta ki soruşturmaya yardımcı olan Alman bilim adamlarının aklına bir çözüm gelene kadar. Cesium 137 adındaki bir radyoaktif madde, şarap hakkındaki bütün soruları yanıtladı. Bu radyo aktif madde II. Dünya Savaşı sonunda atılan atom bombalarından sonra tüm dünyaya saçılmıştı ve bombaların atıldığı tarih olan 1945 yılından sonra üretilen her şeyin içerisinde bulunuyordu. Eğer bu şaraplar gerçeklerse, bombalardan çok önce üretildiklerinden, onların içerisinde bu madde olmamalıydı.

Ama sonuçlar dünyanın en pahalı şaraplarının dünyanın en zekice dolandırıcılıklarından birinin mahsulü olduğunu ortaya çıkardı. Rodenstock orijinal şişeleri toplayıp, özel kağıtlar imal edip, baskı tekniklerine dikkat ederek hatta şişede ki baş harfleri kazımak için kullanılan aletin bile orijinalini bulup bu şişeleri üretmişti; fakat atom bombalarını dikkate almamıştı…

Rodenstock’un bir sahtekar olduğu ortaya çıktığında, lüks şarap piyasası bir darbe aldı; fakat bu darbe çok da uzun sürmedi. Son 30-40 yıl içinde lüks şaraplar dünyanın her yerinden zenginlerin ilgisini çekmeye başladı ve fiyatlar kelimenin tam anlamıyla ‘uçtu’. Nitekim bu hikayeye çok benzeyen bir hikaye daha yeni yaşandı.

1976 Jakarta doğumlu Rudy Kurniawan, 90’lı yılların sonunda üniversite eğitimi için Endonezya’dan ABD’ye gitmişti ve Kaliforniya’da yaşıyordu. 31 yaşında şarapla ilgilenmeye başlamış ve 33 yaşına geldiğinde hatırı sayılır bir şarap uzmanı olarak kabul edilir olmuştu. Dünyanın en pahalı şaraplarından Romanée Conti’den esinle, kendisine Dr. Conti lakabı takılmıştı. Bu ününe, müzayedelerde milyonlarca dolar harcamasının da katkısı olmuştu elbette. Şaraba para harcadığı gibi, sahibi olduğu şarapları satmaktan da zevk alıyordu. Kendi mahzeninden yaptığı iki seçkiyi 35 milyon dolara satmıştı. Bu seçkinin içinde kimsenin daha önce tatmadığı, bir daha da tatmaya fırsat bulamayacağı çok eski ve saygın şaraplardan epeyce bulunuyordu.

Güvenilirliğinden kimsenin şüphe etmediği Kurniawan, çok cömert davetlerle çevresini genişletmeyi de başarmış, yine bu davetlerde tanıştığı, dünyanın en saygın şarap yazarları ile sıkı fıkı olmuştu. Şarap yazarlarının en ünlüsü Robert Parker da, Kurniawan’ın cömertliğini takdir eden ‘dost’ları arasındaydı. Kurniawan’ın, davetlerden sonra, tadımı yapılan çok eski şarapların şişelerini büyük bir titizlikle toplaması dahi şüphe uyandırmıyordu.

Fakat Kurniawan bir müzayedede Domaine Ponsot Clos St. Denis 1945 şarabını satmaya çalışınca işler değişti. Şaraphanenin sahibi ve şarap yapımcısı Laurent Ponsot, Kurniawan’ın bu şaraba sahip olmasının imkansız olduğunu iddia etti. Çünkü o şarap hiç var olmamıştı. Domaine Ponsot, ancak 1982 yılından sonra Clos St. Denis bölge kontrolünde şaraplar üretmeye başlamıştı.

Çorap söküğü bu olay ile başladı. Kurniawan göz altına alındı. FBI, evine düzenlediği baskında, şişeler, etiketler, eskitilmiş mantarlar gibi pek çok kanıt ele geçirdi. 2015 yılında, Kurniawan’ın toplam 80 yılla yargılandığı davalardan birinden hapis cezası almasıyla hikayenin sonu geldi.

Dünyanın en seçkin damakları nasıl oluyordu da bu sahte şaraplara kanıyorlardı sorusuna gelince… Bu sorunun pek çok cevabı var.

Kimsenin tadını tam olarak bilmediği, başka bir şişeyle kıyaslama imkanı olmayan bu şaraplar, tadımcıları kolayca aldatabiliyor. İnsanoğlunun en kolay manipüle edilecek duyusu olan tat alma duyusu, şarapların hikayelerinin güzelliği ile daha da köreldiğinden, bu şaraplara kanmak da epey kolay bir durum haline geliyor. Üstelik seri baskı teknikleri, bu özel şarapların üretildiklerinin iddia edildiği tarihlerde bilinmediğinden, çok yıllandığı iddia edilen bu şaraplar, etiketlerinden de ayırt edilemiyor ve inanılmaz meblağlara satılmaya devam ediyor.

Sizi siz olun, nereden geldiğini bilmediğiniz şarabı almayın… 20 yaşın üzerindeki bir şarabı anlamak en iyi şarap tadımcısı için bile büyük zorluklar barındırır. İnsan kanmak istediği yalana kolay inanır.

Kaynak: Milyarderin Sirkesi; Benjamin Wallace, Kitabix Yayınları; 2013.
LEVON BAĞIŞ

Şarapçı bir Obur. Yemek için yaşayıp yediğini içtiğini yazıyor. Kendi işinin sahibi, danışman, Agos Gazetesinin yeme-içme yazarı. Bütün varlığını kitaba, şaraba ve yemeğe harcıyor olmaktan mutlu...