DARWIN’İN SOFRASI

Gasterea sizi tarihi bir yolculuğa davet ediyor; tam 184 yıl öncesine gidiyor ve yakamozlu bir gecede Beagle gemisinin güvertesine çıkıyoruz. Burada Charles Darwin’in sofrasındayız; geminin kaptanı Robert FitzRoy’la yedikleri son akşam yemeğinin konuğu oluyoruz.

“2 Ekim’de İngiltere sahillerine vardık. Falmouth’ta, hemen hemen beş yıl içinde yaşadığım bu güzel küçük gemiden, Beagle’dan ayrılıp karaya çıktım.”[1]

– Charles Darwin

 

Yıl 1836, ekim takviminin ilk yaprağı, günlerden cumartesi; deniz sütliman, mürettebat kendi köşesine çekilmiş, sakin ve yakamozlu bir gecede iskele-sancak hafifçe yalpalayan geminin ahşap aksamından gelen gacırtılar, semada kanat çırpan albatrosların cıvıltılarıyla ahenk içinde… HMS Beagle’ın[2] kaptanı Robert FitzRoy[3] ile Charles Darwin, geminin güvertesinde başbaşa son yemeklerini yiyor. Tıpkı her kara çıkarmasından sonra yaptıkları gibi güvertede güne ve hayata dair konuşuyorlar.

Bu ikilinin, yolculuğun başında birbirini sevmemek için çok nedeni vardı. Herkes kaptanın karşısında denizci kıyafetiyle hazır olda dururken Charles, bir İngiliz beyefendisi olarak elini kolunu sallayarak ortalıkta geziniyor, fırtınaların tetiklediği migreni ve sürekli alt üst olan midesiyle Robert’ı deli ediyordu. Robert ise sıkı disiplini yüzünden Charles’ın çekingen davranmasına ve rahat çalışamamasına neden oluyordu; ne de olsa gemide kaptan demek yasa demekti. Robert’ın kutsal kitapta arayıp durduğu Tanrı’yı Charles, doğanın her zerresinde buluyordu. Ancak günden güne zorlukları birlikte aşmış, birbirlerine tahammül etmeyi öğrenmiş ve en önemlisi de karşılıklı güven sağlamışlardı. Şimdi de Beagle’ın güvertesinde oturmuş yemek yerken sohbet ediyorlardı işte. İkisinin de entelektüel olması, birbirlerine “adapte” olmalarını sağlamıştı.

 

HMS Beagle’ın kaptanı Robert FitzRoy ile Charles Darwin.

 

Darwin’i Darwin yapan neredeyse beş yıllık serüven, gün doğarken sona erecekti. Onunla yolculuk yapmaktan hoşnut olan Robert, “Söylesene Charles,” diyerek sessizliği bozdu, “Birlikte geçirdiğimiz beş yıl içinde seni en çok şaşırtan ne oldu?”

Charles, kaptanın ayaklarını imleyerek, “Senin gibi kraliyet çapında bir kaptanın ayakkabısını bağlayamaması olsa gerek,” diye karşılık verdi. Birlikte gülüştükten sonra FitzRoy, geminin usta aşçısı George’un[4] pişirdiği kaz yahnisini, rom eşliğinde midesine indirirken Darwin, fesleğenli somonu sade su eşliğinde götürüyordu.

FitzRoy’un nadir görülen gülümsemelerinden birine tanık olmuştu Charles, onu hep düşünceli hali, ciddiyeti ve gemi mürettebatına ettiği küfürlerle hatırlayacaktı. Soruyu bu sefer ciddiyetle yanıtladı: “Robert, Galápagos Adaları’nı hatırlıyor musun?” Güçlü hafızasıyla tanınan kaptanın hatırlamaması mümkün değildi. Charles cevabı beklemeden devam etti, “Oradaki ispinozların yeme alışkanlıkları, bana hayatımın en büyük şaşkınlıklarından birini yaşatmıştı.”

O sırada piposunu doldurmaya başlayan Robert, “Benim onlara fırlattığım küçük kurtçuklar ilgilerini pek çekmemişti. Liverpool’dan Bahia’ya hiçbir kuş, bu kurtçuklara hayır dememişti,” dedi ve piposunu yakarken sordu, “Sahi, ispinozlar senin için niçin bu kadar önemli?”

Yolculuğun ilk zamanlarında deniz tutmasından defalarca yataklara düşen, günlerce kamarasından çıkamayan Charles, denizin sakin olmasının da verdiği huzurla ufka dalıp anlatmaya başlamıştı: “İspinozlara çok şey borçluyum Robert; onlar, benzer türlerin ortak atadan geldiğine inanmamı sağladı. Topladığım örnekler üzerinden bir teori geliştiriyorum[5], çalışmalarımın temelini oluşturuyorlar.”

“Onları diğer kuşlardan farklı kılan nedir?”

“Aynı familyadan gelmelerine rağmen gaga boyu, kanat ve tüy gibi fiziksel özelliklerinin farklılığı beni cezbediyor. Belki de en ilginci, aynı familyadan olup farklı beslenme alışkanlıklarına sahip olmaları. Mesela bir adadaki büyük yer ispinozu büyük tohumları ve fıstık kabuklarını kırıp afiyetle yerken orta boy yer ispinozu daha küçük tohumları, meyve ve çiçekleri tercih ediyor. Küçük ağaç ispinozu ise küçük gagasının da sağladığı avantajla böcek yemeyi seviyor.[6] Aynı atadan gelen her tür, farklı şeyler yemeyi seviyor.”

“Tıpkı seninle benim gibi desene,” diye gülerek karşılık verdi Robert.

“Kesinlikle! Kuşlar değişik adalarda değişik yiyecekler bularak bulundukları yere adapte olmuşlar. Yiyecek ve yerleşim yeri açısından rakipleri olmadığı için de büyüyüp serpilmişler.”

 

Charles Darwin’in Galápagos Adaları’ndayken ilgisini en çok çeken ve Türlerin Kökeni eserine ilham olan Darwin ispinozları, aynı atadan gelmelerine rağmen farklı fizyolojik ve davranışsal özelliklere sahipti. Bu ispinozlar, adaptasyonun belki de en güzel örnekleriydi.

 

“Gerçekten de bazı adalardaki bitkilerin tohumları çok büyüktü, bunu neye bağlıyorsun?”

“Jeolojik kanıtların da gösterdiği üzere bitki örtüsünün fakirleşmesi, sadece büyük ve dayanıklı tohumların hayatta kalmasını sağlamış gibi görünüyor. Küçük gagalılar için günler pek de kolay geçmemiş olsa gerek, soyları tükenmeye yüz tutmuş bile olabilir. Bu da orta boy gagalı ispinozların adalara hâkim olmasını sağlamış. Fakat enteresan bir şekilde seninle ziyaretimiz sırasında da gördüğümüz gibi küçük gagalıların zorlu günleri atlatmış olduğunu anlayabiliyoruz.”

“Tohumlar büyük olunca başka besin kaynaklarına yönelmiş olmalılar,” diye tamamladı Robert.

“Kaptanlıktan emekli olursan asistanım olabilirsin Fitz!” diyerek kahkaha attı Darwin.

“Avucunu yalarsın Charles!”

“Şaka bir yana, kuraklıktan dolayı tohumlar büyük kalınca ispinozlar da -tıpkı senin dediğin gibi- başka besin kaynaklarına, yani böceklere yönelmiş. Bu çeşitlilik ve uyum sağlama yetenekleri beni büyülüyor. Sadece onlar da değil, her türlü hayvan ve bitki, geldikleri adalarda bulunan besin kaynaklarına uyum sağlamış.[7] Bu muhteşem bir şey!”

FitzRoy, “Uyum sağlama yetisi…” dedikten sonra piposundan derin bir nefes çekip dumanı hayaya üfledi. Flying Dutchman’ın[8] hayaletini andıran mavi duman dağıldıktan sonra devam etti, “İtiraf etmeliyim ki Charles, yolculuğun ilk günlerinde seni sürekli deniz tutuyor olması canımı sıkıyordu. Güverteyi kaç kere kusmuğa buladın ve geceleri ateşler içinde uyanarak tüm mürettebatı ayağa kaldırıyordun. Senin bir deniz adamı olmadığın kesindi. Eğer canlı yaşamını anlamaya çalışmak, daha doğrusu Tanrı’yı doğada aramak gibi yüce bir amaç uğruna bu kadar tutkulu çalışmıyor olsaydın daha ilk durakta kıçına tekmeyi basıp seni limanda bırakmak zorunda kalacaktım. Sen amaçların uğruna buradaki yaşama uyum sağladın. Bu da bir nevi yetenek.”

“İyi dedin Fitz. Yemek yemeği sevmeseydim Dr. McCormick’ten[9] midemi kesip atmasını isteyebilirdim. Beagle’da geçen beş yıl boyunca benim kahrımı çektiğiniz için hem sana hem de bütün mürettebata minnettarım.[10]

“Söylesene Charles, doğaya olan bu merakın nereden geliyor?”

“Çocukken bitkilerin isimlerini akıldan kestirmeye çalışıyor, her türden şeyin koleksiyonunu yapıyordum: deniz kabukları, mühürler, franklar, bozuk paralar, mineraller. Bir insanı sistematik bir doğacıya; bir virtüöze ya da cimrinin tekine dönüştüren koleksiyonculuk tutkusu benim içimde çok güçlüydü ve açık ki doğuştan geliyordu.”[11]

“Tıpkı senin oburluğun gibi…”

“Haha, evet! Oburluğum Cambridge’de okurken ayyuka çıkmıştı. Tuhaf tercihlerim ve bitmek bilmeyen farklı tat arayışlarım vardı. Haftalık olarak toplanan ‘Glutton Club’ın[12] başkanıydım.[13] Şahinden tut balaban kuşuna kadar birçok farklı etin tadına bakıyorduk.”

“Tadı en berbat olanı hangisiydi?”

“Kahverengi baykuşu yedikten sonra kulüpteki herkes geceyi zor geçirmişti. Ondan sonra da kulüp dağılmıştı zaten. Keşke hiç yemeseydik.”

“Peki ya en lezzetlisi?”

“Tadı ördeğe benzeyen armadillo ile yirmi kiloluk kemirgen aguti arasında tercihimi ikinciden yana kullanırım. Kesinlikle hayatımda yediğim en lezzetli etti.”

FitzRoy, “Arjantin’deyken yanlışlıkla nandu[14] yemiştik hatırlıyor musun?” diye sordu.

“Tam bir aptallıktı. Ender bulunan bir hayvandır. İkamet ettiğimiz evin kafesinde incelemek için tutuyordum.[15] Noel gelip çatmıştı ve kaldığımız yerdeki aşçı onu Noel daveti için getirdiğimi zannederek pişirme gafletine düşmüştü. Yemeğin ortasında yerimden fırlayıp önce tabaklara sonra hışımla mutfağa gittiğimi hatırlıyorsundur; kanat, baş, boynun, tüy ve kemik ne kaldıysa bir araya getirmeye çalışmıştım, tabii ki artık çok geçti.”

O sırada bir miço çıkageldi ve teklifsizce gemide asayişin berkemal olduğunu söyledi. FitzRoy, romdan yüzü kızarmış denizciyi az kalsın suya fırlatacaktı. FitzRoy’un bu gemide Darwin haricinde kimseye tahammülü yoktu.

Darwin, “Sakin ol Fitz,” dedi. “Yolculuk sona eriyor, rahatla biraz.”

FitzRoy, “Yıkıl karşımdan böcek suratlı!” diye bağırdıktan sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi sakince Darwin’e döndü, “Bu yolculuk sana ne öğretti Charles? Şimdi ne yapacaksın?”

“Bu yolculuk benim için bir nevi zaman yolculuğuydu. Beş yılda canlı yaşamının nasıl oluşup çeşitlendiğine dair kafamda tutarlı bir yaklaşım edindiğimi düşünüyorum. Demek istediğim; bildiğimiz dünya bir anda yaratılmamıştı, ilkel bir organizmadan gelişerek bugüne gelmişti ve değişim halen sürüyor. Biz buna evrim diyelim. Galápagos’taki çeşitliliği gördüğümde daha önce kıt olduğunu düşündüğüm evrim teorisinin parçalarını tamamladım. Şimdi elimde binlerce sayfalık not ve bir o kadar da diseksiyon[16] yapılarak kavanozlarda sakladığım canlı örnekleri var. Bunları tutarlı bir şekilde bir araya getirip sınıflandırdıktan sonra kitaba dönüştürmeyi düşünüyorum.[17]”dedi. Tam da o anda sofranın ucuna konan bir kuşu işaret etti, “Şu gümüşi kuşu daha önce hiç görmemiştim. Acaba…”

“Şafak sökmek üzere sevgili dostum, biraz rahatla.”

“Rahatlayamam sevgili Robert, Nuh’un tufanı devam ediyor.”

 

Not: Dört yıllık vejetaryen ve çiçeği burnunda bir vegan olarak şunu söyleyebilirim ki hayvanlar üzerinde deney yapılması ve tadına bakılması, sadece o günün bilinç ve uygarlık düzeyi şartlarında kabul edilebilirdi. Bugün hayvanın tıpkı insan gibi doğada değeri olduğu ipso facto’yu da akıldan çıkarmamak gerekiyor. Darwin’den sonra yapılan anatomi, evrim ve genetik çalışmalarının, hayvanların sinir sistemine sahip, acı çeken canlılar olduğunu ortaya çıkarmasına rağmen “insan faydası için” kullanılmaya devam edilmesini kabul edilemez. Aristocu “hayvanları kullanmak sorun değil, görevimizdir” anlayışının günümüz şartlarında eski moda olduğunu düşünüyorum. Tüm platformlarda canlı yaşamının eşit olduğunu savunurken gıda endüstrisinin sürdürdüğü yalana ortak olunması da bunun ne kadar yanlış olduğunu açıkça gösteriyor. Biz ne avcı ne de akılsız yaratıklarız, bunu da akıldan çıkarmamak lazım. Bu sebeple bu yazının “insan faydası için hayvan kullanımı” güzellemesi değil, bir bilim tarihi hikâyesi olarak okunması gerektiğini not düşmem gerekiyor.

Kaynakça ve Dipnot:

[1] Alan Moorehead, Darwin ve Beagle Serüveni. Çev: N. Arık, TÜBİTAK ve Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1998, s.189

[2] İngiliz Kraliyet gemisi HMS Beagle, 1831’den itibaren beş yıl boyunca Latin Amerika’yı haritalandırma görevini üstlenmiş, Charles Darwin ise dünyanın dört bir yanında karaya çıkarak saha gözlemleri yapmak için bu gemiye dahil edilmişti. Kıyıya yakın seyrettiklerinden dolayı defalarca alabora olma ve yerliler tarafından saldırıya uğrama riskiyle karşılaşsalar da sefer 2 Ekim 1836’da başarıyla sona ermişti.

[3] Robert FitzRoy (1805-1865): Başarılı bir denizcilik kariyeri geçiren kraliyet kaptanı FitzRoy, Darwin’in de katıldığı Beagle yolculuğunun kaptanlığını yaptıktan 28 yıl 6 ay sonra, 1865’te intihar edecekti.

[4] George Phillips (1807-?): Geminin aşçısı, 24 yaşındaki George Phillips’in aç mürettebatı doyurmanın yanı sıra Darwin ve FitzRoy gibi damak tadı gelişkin iki isme ayrı ayrı ve özel yemekler hazırlama gibi de büyük bir sorumluluğu vardı.

[5] Darwin, Beagle Yolculuğu sırasında, özellikle de Galápagos Adaları’nda gözlemlediği ispinoz türlerinin çokluğu ve gagalarındaki farklılıklar karşısında çok şaşırmıştı. Ortak atadan çeşitlenen ispinoz türleri daha sonra Darwin ispinozları olarak adlandırılmakla birlikte Darwin’in “doğal seçilim” teorisini birkaç yüz sayfada özetlediği Türlerin Kökeni’ne de ilham kaynağı olacaktı.

[6] Jean-Baptiste de Panafieu, Darwin. Çev: N. Taşçı, bgst Yayınları, İstanbul, 2018, s.77

[7] Moorehead: 1998, 162

[8] Flying Dutchman (Uçan Hollandalı), eski bir denizci efsanesi olarak bilinir, hayaletinin karanlık sularda görüldüğü rivayet edilir.

[9] Robert McCormick (1800-1890): Beagle’da hem doğa bilimci hem de deniz kuvvetleri doktoru olarak bulunan McCormick, yolculuğunun ikinci yılında, Rio de Janeiro’da gemiyi terk etmişti.

[10] Charles Darwin, Tazı Yolculuğu. Çev: D. Kızılay, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2018

[11] Charles Darwin, Yaşamım. Çev: O. Karakaş, ALFA Yayınları, İstanbul, 2018, s. 17

[12] Glutton Club: Charles Darwin’in Cambridge’de okurken başkanlığını yaptığı Oburlar Kulübü. Amaçları, insanlığın daha önce hiç tatmadığı etleri denemekti.

[13] Chloe Diski, Famous foodies: Charles Darwin. The Guardian, 9 Mart 2003, https://www.theguardian.com/lifeandstyle/2003/mar/09/foodanddrink.features15

[14] Bir diğer ismi Amerikan devekuşu olan nandu, Darwin’in sınıflandırmasının ardından bugün Rhea Darwinii (Darwin Nandusu) olarak isimlendiriliyor.

[15] Katie Serena, Charles Darwin Not Only Discovered Species, He Also Ate Them In A Glutton Club. All That’s Interesting, 30 Kasım 2017, https://allthatsinteresting.com/charles-darwin-glutton-club#:~:text=According%20to%20his%20records%2C%20Darwin’s,quite%20well%20recorded%20throughout%20history.

[16] Toplanan canlı örneklerinde anatomik fonksiyonların ve bileşenler arası ilişkilerinin gözlemlenmesi için sökme ve iç yapının belirlenmesi amacıyla yapılan bir işlemdir.

[17] Darwin, onlarca ciltlik saha gözlem notları ve çıkarımlarıyla, aslında daha önce bilinen ama eksik kalan “Evrim Teorisi”ni “doğal seçilim” kavramıyla tamamlayarak bugün halen çürütülemeyen bir çalışmaya imzasını attı. Binlerce sayfalık notları ve yıllarını alan düşüncelerinin özetinin özetinin özeti niteliğindeki Türlerin Kökeni (1859), Darwin’in insanlık ve bilime bıraktığı en büyük mirastır.