Somonunuz sentetik renkle beslenmemiş olsaydı, eti gri olurdu.
(Yves Klein’ın Mavi Kokteyli’nin ardından, 1958)Fırında iki pancar pişirin,
Siyah kabuğu kazıyın.
Kesin, güzelce baharatlayın ve yiyin.
İdrarınızın rengine bakın.Boyandınız.
Cooking Sections (2020)
Cooking Sections; Daniel Fernández Pascual ve Alon Schwabe, dünyayı gıda aracılığıyla organize eden sistemleri inceleyen bir mekansal uygulayıcılar ikilisi. Yerleştirme, performans, haritalama ve video kullanarak görsel sanatlar, mimari, ekoloji ve jeopolitik arasındaki örtüşen sınırları araştıran ikilinin son sergisi ‘Salmon: A Red Herring’ 2 Aralık’ta Tate Britain’da açıldı. Somon çiftliklerinin çevre üzerindeki etkisini yansıtan sergi aynı zamanda ikilinin Skye Adası’nda başlattığı CLIMAVORE projesinin de devamı niteliğinde.
Alon Schwabe ve Daniel Fernández Pascual ile Arzu Sak Seyhun’un röportajı.
Alon ve Daniel, siz kendinizi ‘mekansal uygulayıcılar’ olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanım tam olarak ne anlama geliyor?
A: Farklı disiplinleri bir araya getiren bir kavram olduğu için kendimizi mekansal uygulayıcılar olarak tanımlıyoruz. Uygulamalarımız esas olarak farklı alanların nasıl inşa edildiğini anlamak için iklim değişiklikleri, ekonomik güç yapıları ile siyasal güç gibi dönüşümleri incelerken gıdayı nasıl kullanabileceğimize odaklanıyor. Bu süreç haliyle birden çok odak noktası gerektiriyor. Tüm bu dönüşümleri açıklayacak tek bir disiplinin var olmadığına inanıyoruz. Bu nedenle de projelerimizde farklı yaklaşımlar ortaya koyan botanik, deniz bilimi, ekonomi veya hukuk gibi farklı disiplinlerden farklı uzmanlarla iş birliği yapıyoruz. İşlerimizi görsel sanatlar veya jeopolitik alanında farklı disiplinlerle birlikte incelenebilen, geniş anlamıyla da mekansal bir yerleştirme olarak düşünmeyi seviyoruz.
Gıda konusu sizin ilgi alanlarınızı nasıl bir araya getirdi? Konu olarak neden özellikle gıdayı seçtiniz?
A: 2012 yılında mimari ile performans sanatları geçmişlerimizi bir arada kullanmaya başladık. Gıda ile gıdanın üretim uygulamaları bizim dünyayı anlamamıza yardımcı olabilecek birer araç haline geldi. Nitekim nerede yaşarsanız yaşayın, sosyal ekonomik geçmişiniz veya herhangi başka bir etken fark etmeksizin istisnasız herkes gıdayla ilişki kurar. Bizim için de gıda çevremizdeki dünyanın nasıl inşa edildiğini ve alternatif senaryoları nasıl hayal edebileceğimizi incelemek için seçtiğimiz araç oldu.
Peki “Cooking Sections” ismine yemek masasında mı karar verdiniz?
A: Ahah, hayır. Bu isme birçok tartışma sonucunda karar verdik.
Devam eden ve geçmiş projelerinize baktığımda, The Empire Remains Shop, sonrasında ise 2015’ten beri devam eden CLIMAVORE öne çıkıyor. CLIMAVORE ne demek?
D: CLIMAVORE, insanların dünyanın iklim koşullarını değiştirirken bir yandan da nasıl beslendiklerini araştırıyor. CLIMAVORE terimini farklı mevsimleri takip eden farklı beslenme biçimleri üzerine düşünürken bulduk. Nitekim etobur, omnivor, pesketaryen veya vegan tanımlarının ne anlama geldiğini biliyoruz. Ancak bizim için CLIMAVORE bir beslenme tipi önermesinden öte, yeni iklim değişikliği koşullarını anlamak için farklı bir yaklaşım şekli. Örneğin, ‘küresel kuzey’de bulunan şehirlerin süpermarketlerinde tüm yıl boyunca herhangi bir malzemeyi bulabilirsiniz. Misal, kışın ortasında satın alabileceğiniz çilekler. Bu noktadan hareketle, eğer ki gıda tedariği ile tüketim biçimleri söz konusu olduğunda mevsimler sona erdiyse, bugün hangi mevsimlerin var olduğunu düşünebiliriz? Sorumuz bu oldu.
CLIMAVORE kapsamında alternatif bir ‘mevsim’ olgusu yaratarak yağışların olmadığı bir kuraklık mevsimini düşünmeye başladık. Bu da ‘sulayacak su olmadığında tarım nasıl sürecek?’ ya da ‘kirlenmiş okyanus mevsimi bir yıl mı yoksa 50 yıl mı sürecek?’ gibi soruları aklımıza getirdi. Kıtlık, kuraklık veya kirlenmiş okyanuslar gibi süreçleri ve olayları mevsimler olarak düşünmeye başladık. Onların sıklıklarını, sürelerini, bitip bitmeyeceklerini, ne zaman biteceklerini veya her x yılda bir yeniden meydana gelip gelmeyeceklerini anlamaya odaklanmamız gerektiğini düşündük. Örneğin Kaliforniya’da yaşanan kuraklık yaklaşık yedi buçuk yıl sürdü. O dönem Kaliforniyalı yetkililer bölgede yaşayan insanlara kuraklık olduğunu ve bahçelerini sulamayı bırakmaları gerektiğini duyurdular. Yedi-sekiz yıl sonra kuraklık sona erdi, akifer yenilendi ve Kaliforniyalılar yollarına devam ettiler. Ancak bu kuraklık mevsimi, belki de yoğun suya ihtiyaç duyulan tarım uygulamalarına devam etmek yerine, kuraklığa dayanıklı mahsuller ile çok fazla suya ihtiyaç duymayan sebzelerin tarımına öncelik vermemiz için bir fırsattı. CLIMAVORE, sonsuza kadar aynı olan bir beslenme şeklini savunmak yerine mevsim ne olursa olsun farklı koşullara uyum sağlamayı öne sürüyor.
CLIMAVORE bir yandan da Skye Adası, İskoçya’da bulunan somon çiftliklerinden kaynaklanan kirlilik sorununu ele aldığımız projeye verdiğimiz isim. Bu projede öne çıkan soru şu: alternatif bir balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliği bakış açısından yola çıkarak var olan kirlilik sorununa nasıl yaklaşabiliriz?
Projenizle aynı zamanda kalıcı ve olumlu bir sosyal değişim elde etmek istiyorsunuz. Skye Adası’nda bunun nasıl gerçekleştiğini görüyorsunuz?
A: Skye Adası’nda bizim için önemli olan, alternatif bir balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliği ‘kültürü’ oluşturmak için okullar, restoranlar ve işletmeler gibi farklı yerel gruplarla birlikte çalışacağımız uzun vadeli bir proje geliştirmekti. Projedeki ana odaklarımızdan biri, somon çiftliklerinin yarattığı kirliliği önlemek için suyu nefes alırken temizleyen farklı canlılardan, örneğin kabuklulardan yararlanmaktı. CLIMAVORE’da bu türlerin / canlıların gelişmesine izin verecek, bir yandan da ada halkını, adanın turizmini sürdürülebilir ve uzun vadeli destekleyecek ekonomileri, ekolojileri ve kültürleri nasıl yaratabileceğimizi sorguladık.
Nitekim CLIMAVORE’un ana odağı sadece ve sadece bir sanat eseri üretmek değil. Değişimi, dönüşümü teşvik etmek, mevcut kurumların fikirlerimizi ve devam eden çalışmalarımızı nasıl güçlendirebileceğini görmek için bu kurumlarla, farklı işletmelerle ve eğitim platformlarıyla yaptığımız sürdürülebilir iş birlikleri de bizim için bir o kadar önemli.
The Empire Remains Shop ile Palermo’dan İstanbul’a, CLIMAVORE ile Skye Adası’na, şimdiye dek yarattığınız tüm projeler ‘mekana/alana özel’. Her projeniz için ise farklı yerel topluluk veya kurumlar ile iş birliği yapıyor, projelerinizi birlikte geliştiriyorsunuz.
A: Bizim için ilk etapta elzem olan aklımızdaki fikirlerle alakalı yerel kurumları nasıl tespit edeceğimiz. Çünkü sorduğumuz her önemli soru için, yerel ölçekte bu soruya daha önce odaklanmış kurumlar olup olmadığını ve sorunun alanını genişletmek için onlarla nasıl birlikte çalışacağımızı incelememiz gerekiyor. Çalışmalarımız bölgeye özgü olduğu için, tüm projelerimiz sadece bizim fikirlerimizle değil, aynı zamanda yerel toplulukların fikirleriyle de şekillenmeli. Bizim görevimiz projenin temasını oluşturacak konuyu veya soruyu daha görünür kılmak için sanat platformunu nasıl kullanabileceğimizi anlamak ve bunu hayata geçirmek. Kısacası, iş birliği ve farklı fikirlerin bir araya geliyor olması çalışmalarımız için gerçekten çok önemli.
Projelerinize nasıl başlıyorsunuz? Süreciniz ve metodolojiniz nedir?
D: Örneğin Skye Adası’ndaki projeye adada bulunan bir sanat organizasyonunun daveti ile yola çıktık. Kapalı bir sergi alanının yerine tüm ada sanatçılar ve farklı uygulayıcıların projeler geliştirmeleri için bir mekan olarak kullanıldı. Tüm bu sanat uygulamaları -gerek bir mağaranın üstünde, gerek denizin altında- sanatçının tartışmak istediği soruya uygun gördüğü alanda kurgulandı. Biz ise projemiz için önce somon çiftlikleri civarında yaşayanlarla konuşmaya başladık, bunun oldukça önemli bir konu olduğunu hissettik. Somon çiftliklerinden yayılan kirliliğe alternatif bir çözüm getirmek için ise suyun karayla birleştiği alanlarda yaşayan farklı deniz yosunları ile kabukluları kullanmayı öngördük. Enstalasyonumuz için seçtiğimiz alan da bu canlıların yaşayabileceği ve gelgitin yaşandığı kıyı şeridi oldu.
Cooking Sections’un Skye Adası’nda süregelen CLIMAVORE projesi, farklı deniz yosunları ile kabukluların yaşayabileceği ve gelgitin yaşandığı kıyı şeridinde bulunuyor.
2012’den beri projelerinizde bir değişim/dönüşüm görüyor musunuz? Şimdilerde hayata geçirdiğiniz projelerinizin daha bir aciliyeti olduğunu düşünüyor musunuz?
D: Cooking Sections olarak başlangıçta çok farklı bir formatımız vardı. Öncelikle mevsimleri, mevsimlerin dönüşümünü ve insanlar olarak bu dönüşüme nasıl ayak uyduracağımızı anlamaya çalıştık. İlk yıllarda çalışmalarımız farklı hikayeler üzerinden kurgulanan menüler veya malzemelerle oluşturulan performatif etkinliklerden oluşuyordu. Fakat çalışmalarımızın başarılı eylemler ve girişimlere dönüşmesi için aslında çok daha uzun süreçler gerektirdiklerini fark ettik. Bu nedenle çalışmalarımızın süresi zamanla tek bir etkinlikten bir yıl veya daha uzun süreçlere kaydı.
Çalışmalarımız sırasında bir yandan da mevsimler benzer olsa dahi, farklı koşullarda veya farklı mekanlarda benimsenen beslenme ve gıda üretim biçimleri hakkında genelleme yapamayacağımızı fark ettik. Örneğin, kuraklık mevsiminde birçok ortak noktaları olsa da Arap Yarımadası’nda veya Kaliforniya’da görülecek gıda üretim ve beslenme biçimleri birbirlerinden tamamıyla farklı. Yine benzer gözüken kuraklık veya deniz kirliliği mevsimlerinde bölgeye özel cevaplar üzerinde çalışırken, her bir bölgenin tüm karmaşık yapısı da bir yandan ortaya çıkıyor. Mevsimlere bölgesel adaptasyon süreçleri CLIMAVORE’un odaklandığı noktalardan birisi.
Projelerinizde tariflere nasıl yer veriyorsunuz?
A: Çalışmalarımızda tarifleri bir nevi talimatlar ya da protokoller olarak düşünüyoruz. Tarifler aynı zamanda çalışmalarımızın farklı kitlelerle iletişim kurmasına da yarayan alternatif yöntemlere dönüştüler. Onlar birçok kez bir serginin veya etkinliğin yanında izleyiciye bir nevi de ferahlama, rahatlama sağlayabiliyor.
Ya gıdayı nasıl ‘resmediyorsunuz’? Cooking Sections’a özel bir ‘gıdayı işleme’ estetik anlayışı var mı?
A: Yemeğin estetiğinden öte bizim ilgimizi daha çok gıdanın üretim peyzajının estetiği çekiyor. Biz çevresel sorunları ortaya çıkarmak için gıda endüstrisindeki birçok restoran ve çalışanla iş birliği yapıyoruz. Ancak projelerimizde gıdaya pişirme eylemi tarafından odaklanmıyoruz. Daha ziyade, mekânsal, çevresel değişimin estetiğine odaklanıyoruz. ‘Gıda tasarımı’ bizim için çevre, yaşadığımız mekanlar, alanlara verdiğimiz tepkiler ile iklim değişikliği ile ortaya çıkan gıdaya dair sorunların dünyayı görme şeklimizi nasıl değiştirdiği ile çok daha ilgili.
SALMON: A RED HERRING[1] (SOMON: ESASTAN UZAKLAŞMA / KIRMIZI RİNGA BALIĞI)
‘Salmon: A Red Herring’ sergisinde nasıl bir önermede bulunuyorsunuz?
A: İklim değişikliği sadece hava koşullarının ve çevrenin değiştiği anlamına gelmez, aynı zamanda dünyayı ve çevremizdeki renkleri nasıl gördüğümüz de iklimle birlikte değişir. Bu sergi ‘somon’u sadece bir balık olarak değil; aynı zamanda bir obje ve bir renk olarak ele alıyor. Somon balığı üretiminin sanayileşmesi sonucunda üretim koşullarıyla birlikte bu balığa bakışımızın da nasıl değiştiğini anlamaya çalışıyor. Sergide bu tür bir hikayeyi anlatacak sürükleyici bir heykel, ses ve ışık enstalasyonu yer alıyor. Bu sayede alternatif veya rejeneratif balıkçılık ve su ürünleri yetiştiriciliğinin rolünü de yeniden düşünerek ‘Salmon: A Red Herring’de’ endüstriyel somon çiftliklerine alternatifler öneriyoruz.
Salmon: A Red Herring sergisi öncesinde ayrıca endüstriyel bir somon renk paletinden de bahsediyordunuz.
D: Bunun yaygın bir bilgi olup olmadığını bilmiyorum, ancak somon çiftliklerinde yetişen balıklar doğal ortamlarında yedikleri ve kendilerine o pembemsi tonu veren karidesler ile beslenemedikleri için sentetik boyayla renklendirilmiş yemlerle besleniyorlar. Küresel ölçekte tüketilen somonun hemen hemen tamamı bu tür sentetik pigmentler[2] ile beslenmiş balıklardan oluşuyor.
Skye Adası’nda yaptığımız araştırmalar sırasında bize ilk olarak tüyleri flamingo gibi pembeye dönüşen bir tür ev serçesinden bahsettiler. Bu minik kuşun tüm tüyleri pembeye dönmüştü çünkü o somon çiftliğindeki boyalı yemlerle besleniyordu. Yemlerin sebep olduğu somon rengi[3] bu kuşun vücudunda dolaşıyordu. Ayrıca adanın etrafında bulunan fok balıklarının da bu boyalı yemleri yedikleri için renklerinin değiştiği, somonumsu bir renge büründükleri fark edildi. Canlıların vücutlarında istem dışı meydana gelen bu renk değişimleri[4] korkunç ama gerçekti. Biz de bu farkındalıkla endüstriyel kirlilik veya diğer kirlilik türleri sebebiyle rengin bedenleri etkileyebileceği, onun içinde dolaşabileceği tüm yolları izlemeye başladık. Endüstriyel gıda üretiminde sadece kullanılan pestisit ve herbisitlerin değil, aynı zamanda masum olarak düşünülen renklendiricilerin bile canlıların bedenlerine nasıl girdiğini ve onları etkilediğini fark etmemiz gerekiyor.
Sürdürülebilirlik ve sanat etiği söz konusu olduğunda projeleriniz için iş birliği yaptığınız kurumlardan beklentileriniz nelerdir? Örneğin Tate Britain’dan?
D: Projelerimizin ve ortaya koyduğu fikirlerin mirasının biz ayrıldıktan sonra bu kurumlar aracılığıyla nasıl devam ettiği, bu kurumların söz konusu fikirlerin sorumluluğunu üstleniyor ve çözüm sunmaya devam ediyor olmaları bizim için önemli. Tate sergimizle birlikte Tate grubunun içinde bulunan tüm mekanların yemek işletmelerinin menülerine bir CLIMAVORE tabağı eklendi. Bu yemek, serginin bitiminden sonra da bu işletmelerde servis edilmeye devam edecek. Tate ayrıca çiftlik somonunu İngiltere kapsamında tüm menülerinden çıkardı.
Son olarak Londra gibi bir ‘mekanda’ siz nasıl besleniyorsunuz? CLIMAVORE diyetini nasıl tanımlıyorsunuz?
A: İkimiz de ekseriyetle bitkisel bazlı besleniyoruz. Fakat istiridye, midye ve elle toplanan deniz tarağı gibi su ürünlerinin daha fazla desteklenmeleri ve üretimlerinin yaygınlaşmaları gerektiğine inanıyoruz. Bu cevap haliyle İngiltere ve çalıştığımız projeler odaklı. Ancak CLIMAVORE’un önermesi de beslenmemizin bulunduğumuz mekana ve içinde bulunduğumuz mevsime göre adapte olması gerektiğidir. Çevresel koşullardan herhangi birinin değişmesi durumda ise yeniden adapte olmamız gerekecek.
Hikayelerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederim Alon ve Daniel. Pandemiden dolayı ertelenmesine rağmen SALT İstanbul’da gerçekleşecek serginizi de deneyimlemeyi şimdiden heyecanla bekliyoruz. Zamanı geldiğinde İstanbul serginizin detaylarını da Gasterea okuyucularıyla paylaşıyor olacağız.
Fotoğraflar: Cooking Sections’ın izniyle yayınlanmıştır.
Tercüme: Selen Şiriner & Arzu Sak Seyhun
NOTLAR:
[1] Cooking Sections’ın son sergisinin adında yer alan ‘Red Herring’, çifte anlam taşır. Ringa balığının çevirisi olduğu gibi bu tanım İngilizce’de esastan uzaklaştırma, oyalama manasında da kullanılır.
[2] Yetiştirilmiş somon, on beş pembe ton sistemi olan SalmoFan ™ aracılığıyla seçilen boyalarla beslenir. Yapay renklendirme, tüketicinin fark edilebilir derecede doğal renk taleplerini yansıtır. Somon, vücuttaki insan yapımı maddelerin metabolize edilmesinden kaynaklanan birçok renk tuhaflığından sadece biridir. Kaynak: https://www.tate.org.uk/press/press-releases/art-now-cooking-sections-salmon-red-herring
[3] Somon genellikle somon pembesi olarak düşünülür. Günümüzde yetiştirilen somon gri olmalı, ancak kimyasal maddeler ve renklendiriciler onları doğada beklediğimiz gibi istenen renge dönüştürüyor. Aşçılık Bölümlerinin tanımladığı gibi, somon, “ne vahşi, ne balık ne de somon olan vahşi bir balığın rengidir”. Kaynak: https://www.tate.org.uk/press/press-releases/art-now-cooking-sections-salmon-red-herring
[4] Gezegendeki türlerin değişen renkleri, bir çevresel krizin uyarı işaretleridir. Bu değişikliklerin çoğu, sentetik maddeleri yutan ve emen insan ve hayvanlardan kaynaklanmaktadır. Kaynak: https://www.tate.org.uk/press/press-releases/art-now-cooking-sections-salmon-red-herring