ANAERKİ’DEN ATAERKİ’YE GEÇİŞTE ET

Şule Baş, Etin Cinsiyeti’ni sorgulamaya devam ediyor. Bu kez günümüz uygarlığının  başlangıcında; tarım toplumuna geçişte, hayvancılığın ortaya çıkışı ile birlikte anaerkiden ataerkiye geçişi inceliyor.

“Gerçek” erkekler kiş yemez.

Carol J. Adams

 

Erkekler ve hayvanlara dair akademik araştırmaların yapılması 1970’li yıllarda başlamıştır. Bu yıllarda yapılan çalışmalar özgün nitelikteki araştırmalar olarak kabul edilse de; bu çalışmaların öncü kuvvetlerinin 19. yüzyıla kadar geri gittiğini biliyoruz. Erkekler ve hayvanları inceleyen çalışmaların öne çıktığı başlıca alanlar ise biyoloji, tıp, genetik, davranış bilimleri olarak sıralanır. Bu konuya dair özel çalışmaların yapılması bu kadar yakın bir zamana denk geliyor olabilir; fakat konunun kendisinin ortaya çıkışı yine bu kadar yakın bir zamanda mıydı? Yoksa ataerki, ‘et’i kendine çoktan tahsis etmişti de; üzerine yeni mi konuşulmaya başlandı? Peki ‘et’in belli bir cinsiyete atfedilişi ne kadar eskilere dayanabilir? Tarih yazılırken ‘et’ neredeydi? Toplumların sistemlerine ve normlara ‘etin’ bir katkısı olmuş olabilir mi? Ve bu katkı ne kadar ciddi bir boyutta? Ya hayvan ve etin ele geçirilişi ataerkiyi ortaya çıkarmış olabilir mi? Şimdi bu soruların cevaplarını arayacağız, farklı açılardan tartışacağız. Ama önce et yeme ve erkeklik arasındaki ilişkiyi bir sorgulayalım.

Adams (2015), et yeme ve erkek egemenliği arasında güçlü bir ilişki olduğunu, bu ilişkinin de kadınlar ve hayvanlar üzerinde belli tahakkümleri olduğunu belirtiyor. Ataerki eleştirisini sömürülen kadın ve eti yenen hayvanlar üzerinden yapıyor. Onun yaptığı çalışmalara göre bugün hala toplumlarda erkekler et yemek ile ilişkilendiriliyor ve güç için ete ihtiyaçları olduğu, kadınların güçlü olmalarına gerek olmadığından da sebze ile de beslenebileceğine inanıldığını söylüyor. Feminizm ve vejetaryenlik özdeşleştirmesinin de yaygın olduğu zaten biliyoruz. Adams (2015: 24) da tüm bunlardan hareketle Etin Cinsel Politikası’nın ne olduğunu sorguluyor:

“Etin cinsel politikası nedir? Kadınları hayvanlaştıran, hayvanları da cinselleştiren bir tavır ve davranışlar bütünüdür. (…) Etin cinsel politikası aynı zamanda erkeklerin et yemeye ihtiyacı olduğunu, hakkı olduğu ve et yemenin yiğitlikle alakalı bir erkek aktivitesi olduğu sanısıdır.”

Adams (2015: 37-38) toplumsal yapının etin cinsel politikasını inşasını da şu cümlelerle ortaya koyuyor:

“Etin cinsel politikası, neyi yediğimizin, kültürümüzün ataerkil politikası tarafından belirlenmesi ve et yemeye atfedilen yiğitlik etrafında kümelenmesi demektir. (…) Etin Cinsel Politikası’nın iddiası, toplumsal cinsiyet politikasının dünyamızda yapılanma şeklinin hayvanları (özellikle de tükettiğimiz hayvanları) nasıl gördüğümüzle ilgili olduğudur. Ataerki, insan / hayvan ilişkilerine ilişkin bir toplumsal cinsiyet sistemidir. Dahası toplumsal cinsiyet inşasına, hangi yiyeceklerin uygun olduğunu buyuran talimatlar da dahildir. Kültürümüzde adam olmak, sahip çıkılan ya da inkar edilen kimliklere, ‘gerçek’ erkeklerin yapıp yapmadığı şeylere bağlıdır. ‘Gerçek’ erkekler kiş yemez. Bu yalnızca bir ayrıcalık meselesi değildir, simgecilikle de ilgilidir. Kültürümüzde erkeklik kısmen, et yeme ve diğer bedenlerin denetimi yoluyla inşa edilir.”

Özetle, et yemek ve erkeklik arasında köklü bir ilişki olduğu apaçık. Peki bu ilişkinin kökleri nereye kadar uzanıyor? Dünya kurulduğunda da bu sistem böyle miydi? Şimdi de bu köklerin derinliğine bakalım.

Anaerkiden ataerkiye geçişte eski Mezopotamya uygarlıklarının incelenmesi önemlidir. Berktay (2012: 37) eski Mezopotamya toplumlarının avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçmesi ile birlikte kadın cinsinin nesne haline geldiğini ve ikincil bir statüye indirgendiğini söylüyor. Yaşanan ekonomik ve toplumsal değişimler kadınlar ve erkekler arasındaki eşitlik algısını da etkiliyor. Tarım toplumuna geçişle saban tarımı ortaya çıkıyor; avlanan erkeğin büyükbaş hayvanları eğitmesi ve saban tarımında kullanması ve dolayısıyla mülkiyet hakkını alması da toplumsal cinsiyet ilişkilerini neredeyse tamamen değiştiriyor ve hatta alt üst ediyor. Kadınlar artık kabileler arasında bile değiş tokuş yapılır hâle, nesneye indirgeniyor. .  Metalaşan kadın da zamanla köleleşiyor. Eski mitoslarda ve halk hikayelerinde yer alan kahraman kadınlar, krallıkların ve devletlerin ortaya çıkmasıyla yerini saraylarında yaşayan, evlerine hapsedilen ve tek görevleri çocuk büyütüp bakmak olan kadınlara bırakıyorlar. Tek tanrılı dinler de ortaya çıkınca kadının konumu daha da netleşiyor.

Ehrenberg ise tarımın aslında kadınlar tarafından bulunduğunu söylüyor ve ‘Çizgisel Çömlekçilik Kültürü’nü örnek veriyor. Eski Mezopotamya’da yapılan kazılardan elde edilen verilerin ise erkeklerin tarımı kadınların ellerinden zorla aldıklarını gösterdiğinin altını çiziyor. Buna ek olarak erkeklerin mülkiyet hakkına sahip çıkmalarına da erkeklerin hayvan kullanımını dönüştürebilmelerine bağlıyor. Anlayacağınız; erkek ve hayvan arasındaki ilişki tarih öncesi devirlere dayanıyor. O dönemde dahi kadınlar bahçecilik gibi bugün basit görülen tarım işleri ile uğraşırken, erkekler hayvan kullanımını öğrendikleri için saban tarımını ele geçirmişler. Bu sayede de artı değer (surplus value) üreterek, kadınlar ve erkekler arasındaki üretim koşullarını tamamen değiştirmişlerdir.

Engels de (2010) benzer şekilde kadınların erken neolitik toplumlarda düzeni koruyan ve yaşam alanlarını yöneten kişiler olduğunu vurguluyor. Ancak tarım toplumuna geçilmesi ve toplumların yerleşik bir şekilde yaşamaya başlaması durumu değiştiriyor. Erkekler, üretim için gerekli olan tarım araçlarını, saban ve özellikle çiftlik hayvanlarını kullanıyorlar; dolayısıyla da üretim araçlarına sahip oluyorlar. Bu durum da özel mülkiyeti ortaya çıkarıyor ve ilk mülkiyetlerin erkek cinsine ait olmasına neden oluyor. Mülkiyetin sahibi olan erkek cinsi, bu mülkleri çocuklarına devretmek için de tek eşliliği öne sürüyor ve anaerkiyi ortadan kaldırıyor. Sonuç olarak ‘artı değer’ üreten neolitik toplumlarda dahi anaerkiden ataerkiye geçilmiş ve hayvan kullanımı burada kilit nokta olmuştur (Berktay, 2012: 40-41). Ataerkiye geçiş ise, kadının kendi bedeni dahil olmak üzere, birçok konuda söz söyleme hakkını ortadan kalkmıştır.

Konunun derinliğini kavramak adına bir hatırlatma yapmakta fayda görüyorum. Sümerlerde, – ki M.Ö. 4000-2000 arasından bahsediyoruz-, kadınlar ekonomide egemen konumdaydı. Şarap üretimi, bira üretimi gibi konular kadınların egemen olduğu alanların başında gelmekteydi (Nemet-Nejat, 1999: 106). Benzer durumun görüldüğü Akadlarda da bira üretimi yapan ve birahane tarzı işletmeleri olan kadınların hakları kanunlarda özel bir bölüm hâlinde yer almaktaydı (Sünbül, 2014: 32-33). Yani kadınlar pek çok alanda öncü ve ‘güçlü’ iken ‘et’ birden bire çoğu şeyi değiştiriyor. Kısaca, et ve erkeklik arasında bir ilişki kurmada tarım toplumuna geçilmesi ve büyük devlet teşkilatlarının yavaş yavaş oluşmaya başlaması önemli bir yere sahip.

Et; patriyarkal sistemde kültürün de önemli bir ögesidir. Et yemek yüceltilen bir değerdir. Aynı zamanda et yemenin de türleri vardır. Hayvanlar arasında bile etoburlar yücedir; ancak etoburları yiyen etoburlar daha da yücedir. Örneğin, ormanlar kralı aslan hayvanlar arasında en yüce olanıdır. Çünkü diğer etoburları da tüketebilme gücüne sahiptir. Kral olması da bundandır. Mitolojik açıdan bakıldığında da kartal ve aslan gibi hayvanlar insandan bile yüce bir konuma sahiptir. Çünkü onlar, etobur yiyen etoburlardır. İnsansa inek, kuzu gibi otoburları yiyen bir etoburdur (Gen, 2005 – Adams, 2015). Sebze yiyenlerin konumunu siz düşünün!

Sebzeler bugün hala -eğer vejetaryen veya vegan değilseniz- genellikle tek başına bir öğün sayılmaz. Ana yemeğin; yani proteinin, etin yardımcısıdır. Tıpkı Beauvoir’in (1986) İkinci Cins sınıflandırmasındaki gibi sebzeler de bir nevi ikinci cins gıdadır. Ataerki kadını ve bitkiyi, sebzeyi edilgen bir hale getirir (Adams, 2015: 92). Hem bitki hem de kadın ataerkide birer nesnedir. İkinci cinstir. Dolayısıyla erkekler hayvanlar ve et ile; kadınlarsa bitkilerle özdeşleşir.

 

Kaynaklar:

Adams, C. J. (2015). Etin Cinsel Politikası. (Çev.) G. Tezcan & M. E. Boyacıoğlu. 2. basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Beauvoir, S. D. (1986). Kadın: “İkinci Cins. B. Onaran (Çev.). İstanbul: Payel Yayınevi.

Berktay, F. (2012). Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te Kadının Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım. (4.baskı). İstanbul: Metis Yay.

Engels, F. (2010). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. (15. Baskı). K. Somer (Çev.). Ankara: Sol Yayınları.

Gen, E. (2005). Patriyarka, Kadınlar ve Vejetaryenlik (Carol J. Adams). Birikim Dergisi. 195: 41-46. http://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/5914/patriyarka-kadinlar-ve-vejetaryenlik#.XbM02tVS_IU

Nemet-Nejat, K. R. (1999). “Women in Ancient Mesopotampia. B. Vivante” (Ed.). Women’s Roles in Ancient Civilizations (A Reference Guide) içinde (s.86-114). Londra: Greenwood Press.

Sünbül, N. (2014). Eski Mezopotamya Kavimlerinin Hukukunda Kadının Toplumsal Statüsü (Sumer, Akad, Babil ve Asur). (Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Eski Çağ Bilim Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Ankara.

ŞULE BAŞ

İLETİŞİM VE DAHA İYİ ‘İLETİŞEBİLMEK’ İÇİN PSİKOLOJİ OKUDU. ÇİÇEĞİ BURNUNDA DOKTORALI. İLETİŞİM UZMANI; O KENDİNE ‘MARKA PSİKOLOĞU’ DER. GASTRONOMİYİ VE SANATI ÇOK SEVER. GASTRONOMİYİ BİR SANAT OLARAK GÖRENLERİ AYRICA ÇOK SEVER. OKUR-YAZAR, DİNLER, SORGULAR, FOTOĞRAF ÇEKER, KONUŞUR, ARAŞTIRIR, ÜTOPYALARA İNANIR.