ANADOLU’NUN DOĞURGANLIĞINDAN KAYMAĞA: İKLİMCİL

Dünyayı gıda aracılığıyla organize eden sistemleri inceleyen Londra merkezli mekansal uygulayıcılar ikilisi, Cooking Sections: Daniel Fernández Pascual ve Alon Schwabe’nin son sergisi İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken Salt Beyoğlu’nda açıldı. Açılış öncesinde  konuştuğumuz ikili, tam iki yıl süren Türkiye araştırmalarında enstalasyonlarına konu olan bulgu ve bağlantıları paylaştılar. 

Alon Schwabe ve Daniel Fernández Pascual ; nam-ı diğer Cooking Sections son sergileri İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken ile SALT Beyoğlu’ndalar. Fotoğraf: Cooking Sections’ın izniyle yayınlanmıştır.
Alon ve Daniel; kendinizi mekansal uygulayıcılar olarak tanımlıyor olsanız dahi bir yandan da projelerinizde gıdaya dair hikayeler anlatıyorsunuz; tabiri caizse sizler de hikaye anlatıcılarısınız. Ancak işlerinizde ortaya koyduğunuz hikayeler eski anlatımların görsel temsillerinin çok ötesinde yeni farkındalıklara evriliyorlar. Salt Beyoğlu’nda yer alan ve Climavore’un devamı niteliğindeki yeni serginiz İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken’de anlatmakta olduğunuz hikayelerde hangi bulguları ve bağlantıları ön plana çıkardığınızı merak ediyorum.

Daniel: İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken, Climavore’un devamı niteliğinde olmasına rağmen, bu sergi için özellikle Türkiye’nin konseptine uygun bir dizi yeni çalışma geliştirdik. Salt takımının, özellikle de Salt’ın direktörü Meriç Tuna’nın bize Türkiye’nin teruarı, ekolojisi ile yaşadığı iklimsel dönüşümler hakkında farklı sorulara bakmaya başlamak için açık daveti üzerine çalışmaya başladık. Proje ucu açık ve süregiden bir araştırma olarak başladı ve neredeyse iki yıl sürdü; bu süreçte de yavaş yavaş farklı enstalasyonlarla bir sergi oluşmaya başladı.

Örneğin sergide bulunan bir enstalasyonda Karadeniz’in Akdenizleşmesi’ne, Karadeniz’in birçok farklı sebep ve değişim nedeniyle Akdeniz’e nasıl yavaşça döndüğüne bakıyoruz. Ya da bir başka enstalasyonda İstanbul dışındaki sulak alanların kaybolması ve bunun mandaları, manda sütü ve sütlaç üretimi ile her iki üretici ağlarını da nasıl etkilediğini araştırıyoruz. Anadolu’da toprak verimliliği ve tahıllarla ilgili farklı dönemleri de araştırıyoruz. Bu dönüşümlerden bazılarını yerinde anlamaya çalışıyor ve bu alanları birer ‘test mekanı’ olarak düşünerek dünyanın başka yerlerinde de uygulanabilecek dersler çıkarmaya çalışıyoruz.

Toprağın bereketi  ve doğurganlık ilişkisi hakkında Anadolu’ya dair hangi bulgular sizin için önem kazandı ve enstalasyona yansıdı?

Daniel: Anadolu’yu yerinde ve derinden inceleme fırsatı geçtiğimiz dönemde maalesef bulamadık; fakat bu konuda İstanbul’daki araştırmacılardan ciddi destek aldık. Çatalhöyük ve diğer arkeolojik kazı alanlarına dair araştırma sonuçlarından yararlandık. Neolitik çağda tahılın keşfi ve işlenmesinden bugüne kadar tahılın nasıl geliştiği, sonrasında ise nasıl daha fazla ürün elde edebilmek için adapte edildiği ve modernize edildiği ile ilgili birçok bağlantı kurduk. Buraya tabii pestisit ve tarım ilaçlarının kullanım miktarları konusunu da not düşmek isteriz.  Anadolu enstalasyonu ile temel olarak Neolitik dönemde ekilmeye başlanan tahıl türleriyle birlikte yerleşik hayata geçen insanın 20. yüzyılın ortalarına kadar uzanan tarihine baktığımızı söyleyebilirim. Bu sürecin sonunda ise sözde modern tahılların başarılı olması için daha tarım kimyasalı piyasaya sürüldü. Ve bu kimyasalların birçoğu zaman içinde  farklı su yollarına akarak ve karışarak insanlar ve hayvanlarda kısırlık düzeylerinin bugüne dek artmasına sebep oldular. Geldiğimiz noktada ise bedenlerimiz onlarca yıldır kullanılan kimyasal tarım ilaçları ile tarımda verimliliğin artmasının sonuçlarını emiyorlar. Burada ilginç olan bir başka konu ise, Bereketli Hilal ile başlayan bu hikaye, insanlığın çağdaş kısırlık kriziyle baş etmeye çalıştığı son yıllarda İstanbul’un tüp bebek tedavileri için bir merkez haline gelmiş olması.

İklimcil: Mevsimler Sürüklenirken sergisinde yer alan ‘Exhausted’ enstalasyonu; Anadolu’nun bir zamanlar bereketli topraklarından İstanbul’un tüp bebek kliniklerine uzanan bir hikayeyi anlatıyor. Fotoğraf: Mustafa Hazneci / SALT
Bu da Anadolu’da bereket ve doğurganlık hikayesinin olmazsa olmaz ironisi sanırım…

Daniel: Bizce, karşı karşıya olduğumuz doğurganlık krizi ile Bereketli Hilal’i yavaş yavaş yaşanan tüm farklı jeolojik ve kimyasal dönüşümlerle birleştirmeye, bu bağlantıları kurmaya başlarsak, bize geçmişte yediklerimiz, şimdi yemekte olduklarımız ve gelecekte yiyeceklerimiz hakkında çok şey anlatacaklar.

Peki İstanbul’un kuzeyinde bulunan sulak alanlar ile Karadeniz’in Akdenizleşmesi ile ilgili olarak sergiye taşıdığınız bulgular neydi?

Alon: İstanbul’un kuzeyinde bulunan sulak alanlar ve mandalar ile ilgili gelişmelerin birbirleri arasındaki bağlantıları anlamak önemli. Sulak alanlar ortadan kalktığında, hem mandalar hem de manda sürülerini serbestçe dolaştıran çiftçiler etkilenir. Bu durum İstanbul’da manda sütü satan dükkanların ortadan kalkmasına varabilir; yani tam bir etki zincirinden bahsediyoruz.

Dr. Zimmer’ın tarım projesi önerisinden fotoğraf, Türkiye, 1930
United Church of Christ (UCC), American Research Institute in Turkey (ARIT), SALT Araştırma
Tabii yemek kültürümüzün demirbaş lezzetlerinden manda sütünden kaymağı da bu zincire eklemek gerekir.

Daniel: Kesinlikle. Peki şehirde yüzde yüz manda sütü bulunmaz olursa kaymak ve sütlaca ne olur? Sütün Anadolu’dan mı gelmesi gerekir, yoksa manda sütü yerini süt tozuna mı bırakır? Mandacılık ve manda sütü üretimi gibi bu tür kırsal uygulamaları çevreyi bir dereceye kadar korumanın bir yolu olarak görebiliriz miyiz? Bunu sorgulamak için de manda çiftçileri ve dernekleriyle araştırmamız boyunca temas halindeydik.

Bu röportaj için çok teşekkür ederim Alon ve Daniel.
ARZU SAK SEYHUN

Gastronom, peynir tadımcısı, meraklı ve heyecanlı bir yemek hikayecisi, bir nevi dünya vatandaşı. Yemeğin insana ve farklı kültürlere dair anlamlarının mütemadiyen peşinde.