HERKÜL BENİM HEMŞERİM

Tanrıların balıklarını yakalamak… Veyahut yakalamaya çalışmak

Şimdi… Kim kimin balığına sulandı bilmiyoruz, Kuzey Egeli bu konuda hassastır. Zira yıllarca Midilli’nin olmayan mendireğini bahane ettik balığımızı kesiyor diye. Hatta babamın Boğaz’daki balıkçıları ilk kez gördüğünde ettiği küfür hala kulağımda: ‘Bu …dan bize balık mı gelir be ya! Ey kamışınızı bilmem napem sizin ben!’

Kuzey Ege’nin yani Bergama-Babakale hattının, yemek ve yemek etrafındaki yaşamı hakkında, yazı yazmakla şimdiye dek en küçük alakası olmayan bir aşçı tarafından, kaleme alındı bunlar. Anlayacağınız işim yazı yazmak değil de yemek yapmak. Fakat fark edebilirsiniz ki yemekle anlatabilecekleriniz bir noktadan sonra sınırlı oluyor. Kalem de tam da bu noktada imdada yetişiyor. Yazmayı umduğum konulara gelirsek de, dağından denizine, düğününden derneğine, devesinden güreşine… Bizde malzeme çok.

Bu yazıda bölgenin olta balıkçılığını kurcalıyoruz. Olta balıkçılığının nasıl, ne zaman yapıldığının, olta balığının nasıl pişirildiğinin ve mevzuunun neler etrafında döndüğünün bir özetini geçeceğim. Ve belki de balığa gitmenin aslında balık tutmakla uzaktan yakından alakalı olmadığını göreceğiz.

Bu yazıda tarif bulamayacaksınız; onun yerine bölgenin kültürünü, yeme içme geçmişini, adetlerini ve doğa ile olan derin ilişkisini bulacaksınız. Bunları da bir akademisyen ağzından değil de, orada doğup büyüyen birinden okuyacaksınız. Hatta şimdiden garanti ediyorum ki bu yazıyı okuyan Kuzey Egeliler arasında kavga çıkacak, ‘o öyle olmaz, bu böyle olmaz, yaa sen yannış biliyon’ gibi! O yüzden çok doğrulu, bol bilinmeyenli karmaşık gibi görünen fakat aslında çok basit bir denkleme hazır olun!

Gittikçe yüzeyselleşen, doğa ile insan ilişkisinin her geçen gün zayıfladığı bu zamanda, analog yaşamın gerçekliği / mümkünatı ve yöntemleri üzerine detaylı bir jurnal sayfası gibi düşünün bu yazıları.

E yakaladığımızı pişireceğiz tabi o ayrı.

 

Klasik bir balık ‘düzeneği’.

Kuzey Ege’nin Suları

Bahsi geçen bölgenin suları orkinosun cirit attığı, kılıç balıklarının er meydanına çıktığı, hatta söylentilere göre onların kayık boylarında, levreklerin ise ilkokul çocukları kıvamında olduğu, uskumruların ışıldadığı, kırmızı balıkların göz aldığı sulardır. Lüferin ulaşmaya çalıştığı sulardır bu sular. İstanbullu’nun kıskanıp kara çaldığı, ahtapotların kavga ettiği sulardır buraları… Bizlerin tüm ‘gayretlerine’ rağmen de hala öyle…

Biz bu yazıda levrek peşinde koşuyoruz, yani hedef balığımız levrek. Onu birkaç farklı geleneksel yöntemle avlayacağız. Hepsi ayrı ayrı, ayrı günlerde, ayrı disiplinle yapıldı.

Haydi bakalım atıyoruz ağzına iniyor boğazına, rast gelsin!

En kritik soru: Akın Başladı mı?

Bir ergenlik klişesi ile başlayalım.

Doksanlı yılların sonlarında, 2000’lerin başındayız. Akçay henüz tacize uğramamış, yerleşik nüfus kışları üç, yazları da 10-15 bin kişi o zamanlar. Her evin bahçesinde kendi çeşmesi var, kuyu suları buz gibi akıyor. Söylentiye göre denizin belli bölgelerinden dahi tatlı su çıkıyor Akçay’da; sonradan öğrendik ki bizi yemişler. Tabii o zamanlar balık da şimdiye göre çok daha bol. Plajlar daha talan edilmemiş, her yerde siteler bitmemiş, bildiğiniz sempatik bir Yeşilçam sahil kasabası.

İşte benim çocukluğum böyle bir yerde geçti.  Etrafı Kaz dağları ile çevirili, bir de deniz kıyısında büyüyen bir çocuk olarak yapabileceğiniz en eğlenceli şeylerden biri de pek tabii balık tutmaktı. Balık tutmayı size çok küçük yaşlardan itibaren öğretmeye başlarlar. Oltacılık, kaşıkçılık, çarpma, zıpkıncılık, paragat, sepet ve daha bir sürü yöntemi taa o zamanlarda öğrenirsiniz. Hatta denizden nasıl para kazanacağınızı öyle bir öğretirler ki siz ilk şarabınızı baba parasıyla değil, kendi paranızla alır olursunuz. Balık tutmada gösterdiğiniz başarınız ise kasabadaki sosyal statünüzü belirler. Saygı görmek ve bu küçük ama çok baskın topluluğun üyesi olmak istiyorsan o balığı yakalayacaksın aga!

Tabii o zamanlar balık peşinde koşmanın avantajları ve dezavantajları da olmadı değil. Balıkçılık kariyerimi spor kariyerime tercih ettim mesela; fakat bir yandan da müthiş insanlar tanıdım o yaşlarda, müthiş hikayelerle büyüdüm.

Öte taraftan da öğretirler:

 1- Küçük balığı salacaksın!

2- Yemeyeceğin balık suya geri gidecek!

3- Mecbursan satacaksın!

4- Yumurtalı balık tatlı olur lezzetli olur ama seneye balık olmaz, kararı sen ver!

deyip kucağına bırakırlar vicdan azabını…

Biz şimdilik kıyı oltacılığı yapacağız; hedefimiz bölge kıyılarında sıklıkla görülen levrek.

Bu balık yılın belli zamanlarında Karadeniz’den aşağıya göç, eskilerin tabiri ile ‘akın’ eder. Bizim buralara ulaşması Ekim sonu Kasım başı gibi olur çoğunlukla, Aralık ayının sonunda da gitmiş olurlar. Fakat iklim değişikliğinin etkisi sadece karada değil denizde de oluyor; su sıcaklıkları değiştiği için biz Kuzey Ege’de levreği artık Ocak hatta Şubat’a kadar görür olduk. Velhasıl bu  üzücüdür;  nitekim balıklar yumurta bırakmayı planladıkları alanlarda kalırlar, bu alanlar ciddi yağışlardan dolayı zarar görür ve bu yüzden de yumurtaların hayata gelemeyeceği bölgelerde yaparlar doğumlarını. Ne kadarı yaşıyor ne kadarı telef oluyor zaten bilmiyor muyuz?

Kendine has alışkanlıkları olan bir balıktır bu levrek, bir karış suda bile avlanır.  Çenesinin özelliği kırmak değil yutmaktır, yani körüklü çene yapısı ile neredeyse kendi büyüklüğüne eşit şeyleri bile yutabilir, yutmaya yeltenir, yutar da. Zira ağzından dışarıya çıkmış kuyrukla gezen levrek çok gördüm bizim çayda. Büyüklerimiz fare ile bile yakaladıklarını anlatırlardı ama ben her ne kadar çok duymuş olsam da hiç deneyimlemedim yalan yok. Bir de o fareyi iğneye nasıl takıyorlar onu da ayrıca düşünmek lazım tabii. Tüm bunları birleştirerek düşünün levreğin nasıl tehlikeli bir avcı olduğunu. Avcılığından ve onu avlayanın az olmasından olsa gerek, oldukça meraklı bir balıktır, bu yüzden canlı yem çok sever. Ancak canlı yem bulmak da oldukça zordu o zamanlar, canlı yem satan yerler yok o yıllarda, dolayısı ile ya yeminizi kendiniz çıkaracaksınız ya da başka yem kullanacaksınız.

Levrek bizim bölgede en çok kıvırcık lodosu sever; su çok bulanık ve dalgalı olduğundan görüş düşüktür, genelde yağmurla ya da yağmurdan sonra gelir, çaylar taşar, suyu karıştırır bulandırır. Bu havalarda en güzel çalışan yem ise sardalyadır, dalganın itmesiyle hareket eder ve karnı suyun içinde parlar yakamoz verir, levrek de bunu görür. Lodos hava sıcak eser, su bu yüzden ılık olur; bu sayede sardalya yağı/kokusu da nispeten ılık suda çok hızlı dağılır. Levrek de bu kokuyu anında alır ve etraftaysa gelir mutlaka bir göz atar.

Şimdi nasıl yapılır bu sardalyadan yem diyeceksiniz.

İhtiyacınız olan tek şey tuzlanmış sardalya.

Bölgede sardalya bulma sıkıntımız olmadığındandır ki en sık kullandığımız yem budur; hatta o kadar severiz ki o gün balık vurmazsa küçük bir ateş yakar, bir bira tenekesini kesip açar, onun üzerinde evden arakladığımız zeytinyağında pişirip kendi yemimiz haline getirir, çay bardağında rakı ile kendimizi yakalarız sardalyayla. Yapımı biraz uğraştırır -zaman alır yani- fakat değer.

Yalnız dikkat; bir kere Sardalya çok taze olacak, karnı patlak olmayanları seçeceksiniz, her sardalya tek tek seçilecek! Ve de unutmayın taze sardalyanın sırtı zümrüt yeşili olur, mavi değil!

 

Sardalyanın taze olmasına dikkat edin.

Şimdi gelelim yemi hazırlamaya; başparmağınızın tırnağı ile balığın karnına ve derisine zarar vermeden pulları temizlemelisiniz; eğer pul kalırsa balık tuzu almaz. Derisine zarar vermeniz halinde yeminiz su altında parlayıp ilgi çekmez; ki bunu istemeyiz. Şimdi geliyor balık yemi tarifi:

Pullarını temizlediğiniz balıkları soğuk su ile çok dikkat ederek yıkayın. Sonra üç sayfa gazete serin bir masaya, gazetenin ortası hafif ıslak olsun, iyotsuz ince tuz ile bu ıslak alanı hafif tuzlayın. (Neden iyotsuz derseniz; iyot rengi bozar, yakamozu alır.) Daha sonra tuzlu olan alana kuyruk kuyruğa gelecek şekilde 10 adet sardalyayı dizip ve üzerlerini tekrar tuzlayın. Sonrasında gazeteyi mektup gibi katlayın. Geldik işin püf noktasına: mektup gibi katladığınız ve içinde sardalya olan paketi mutlaka deniz suyuna hızlıca sokup çıkarmanız gerek.  Sonrasında dolaba alabilirsiniz. Yeminiz ertesi gün hazır olacaktır ve en az bir hafta boyunca dayanır.

 

Levrek canlı yem çok sever; bölgenin tazecik sardalyası da bu iş için biçilmiş kaftandır.

Peki başka yemle olmaz mı? Olur tabi.

Mamun: Şanslıysak mamun bulmuş olabiliriz; ki bu da canlı yem sınıfına girer. Normalde bataklık alanlarda yaşar ve bu yumuşak yapıyı kazarak içine saklanır. Eğer mamunu iğneye takarsanız suya indiğinde kumu kazıp saklanmak isteyecektir; fakat iğne olduğu için bunu yapamayacak ve sadece dipteki kumu hareketlendirecek, bu da avcı balıkların ilgisini derhal çekecektir. Sonrasını tahmin edersiniz.

Teke: Teke bizim orada karidesin küçüğüne denir, taş etrafında olur. O zamanlar Akçay’ın dereleri kışın dağdan gelen kar suları ile defalarca taştığı için Devlet Su İşleri bir süre sonra bizim derelerin kenarlarını kayalarla kapladı sellere çözüm olarak, bu da bize sonsuz teke tedariği sağladı. Hava karardıktan sonra ince gözenekli bir file ve güçlü bir fener ile kayalara gideceksiniz, feneri kayaların dibine doğru tuttuğunuzda tekelerin gözleri fosfor yeşili renk ile parlar, filenizi kullanarak tekeleri alırsınız. Yalnız dikkat edin çok hızlılardır, irilerini seçeceksiniz, küçükleri geri bırakacaksınız. Eğer iri yoksa hepsini geri bırakacaksınız; çünkü levrek küçük teke ile ilgilenmez, dolayısıyla siz de küçük teke ile ilgilenmezsiniz.

 

Şef Mustafa Otar, bir yandan levrek yakalamaya çalışıyor; bir yandan da yemek pişiriyor.

Levreği yakalamaya geldi sıra

Bu balığı yakalamak için doğru av alanları seçmek gerekiyor; zira yemin ya da avın olmadığı yerlerde hiç takılmaz kendisi. Daha çok dere ve nehirlerin (bizim için ikisi de çay) denize döküldüğü alanlarda ve kıyıya yakın kayalık bölgelerde olur. Kısacası yaşam alanı olması gerekir ki, oradan beslenebilsin. Diyelim ki deplasmandasınız ve suyu bilmiyorsunuz, bu yaşam alanını yaratmanız gerekecektir. Bunun da bir yöntemi var -tabii eğer sardalya ile avlanıyorsanız-:

Sardalyaları sardığımız üç kat gazetenin iki katını çıkartıp bunları bir naylon poşetin içine koyun, bu poşete birkaç sardalya da ekleyebilirsiniz. Poşete birkaç avuç da kum koyduktan sonra ağzını bağlayın.  Poşetin içerisindeki balığı ve gazeteyi kum ile ezebildiğiniz kadar ezin, burada amacımız koku yaratmak. Sonra poşete küçük delikler açın ve denize atın; ama poşeti muhakkak bir iple ya da misina ile bağlayarak atın ki daha sonra bu poşeti denizden alabilin, denizde poşet bırakmak namussuzluktur! Bu kokulu poşet o alana önce küçük balıkları çekecektir, küçük balık demek hareket demektir, hareket demek avcı balık demektir, alın size küçük bir yaşam alanı.

Bu işlem için doğru saatler de çok önemlidir. Ya sabah gün doğumundan yarım saat önce başlayacaksınız ya da akşam güneş batımından bir saat önce.

Unutmayın levrek kıyıya çok yakın gezer; bu yüzden çok sessiz olun ve ani hareketlerden kaçının.

Nihayet tuzlu sardalya ile avlandığımızı düşünelim; hava da kıvırcık lodos olsun. Önce yemi iğneye düzgün takmamız gerekiyor; bunun için de özel bir iğne takma yöntemi vardır, bu yöntemle hem iğne görünmez, hem de yemin suyun içinde doğal hareket etmesini sağlar.

 

İğneyi yeme öyle bir takmalısınız ki; suyun içinde hem iğne görünmemeli, hem de yem doğal olarak hareket etmeli.

Levrek oldukça kurnaz bir balıktır, canlı olmayan yemleri dudaklarının arasına alıp gezdirir, bu yüzden misinayı bir şeyin çektiğini anlarsanız kesinlikle acele etmeyin ve kalama verin, balığın misinayı çekmesi hızlandığında yemi yutmuş olduğunu anlarız ve tebrikler, bir levrek yakaladınız!

Bunca zahmete katlanmaya gerek var mı diye sorabilirsiniz kendinize. Sorun da! Sonuçta yem hazırlıyorsunuz, olta hazırlıyorsunuz, bilmiyorsanız eğer rüzgar yönü öğreniyorsunuz, balığın bulunacağı yerleri tahmin etmeyi öğreniyorsunuz, balığı öldürmeyi öğreniyorsunuz. Bunların tümü size karmaşık ya da yorucu gelebilir; ki bazıları öyle de. Tüm bunların yerine herhangi bir balıkçıdan sahte, silikon yem alıp onunla da yakalayabilirsiniz bu balığı, radarlı bir tekne imkanınız varsa onunla balık tutmak sizin için çok daha kolay olacaktır tabii… Ama bunların hiçbiri gerçek balıkçılık olmayacaktır.  Size şunun garantisini verebilirim; eğer size anlatmaya çalıştığım bu yöntemler ile avlanmaya başlarsanız, her seferinde ayrı tecrübeler edineceksiniz. Önceleri balık yakalayamayabilirsiniz, fakat radarlı tekne ya da silikon yemden çok daha ötesine şahit olacaksınız.

Esas derdimiz süreç, geçirdiğimiz vakit, balıkta yediğimiz iki kara zeytin, içtiğimiz yarım şişe rakı, ettiğimiz muhabbet.

Balığı yakalamak ayrı, mesele balığa gitmek.

Balığa gidiniz…

 

Misal ki bu kez levrek yakalayamadınız; öyleyse güzelim sardalyaları dizin ateşe… Sonra da afiyetle yiyin.
Fotoğraflar: Mustafa Otar
#Herkülbenimhemşerim