Etin toplumsal alt metinlerini okumaya dair bir giriş.
Kameraya yakın duran döner ustasının arkası dönüktü; fakat görülüyordu ki, ustanın elindeki uzun, kalınca bıçakla yukarıdan aşağıya doğru yaprak şeklinde kestiği sıcak döner, altında bulunan tepsiye düşüyor; oradan da döner çırağı tarafından tartılıyordu. Videoda sadece dönerin başında bulunan erkek döner ustaları ve onların yardımcıları seçiliyordu. Eşlik eden ses kaydında ise yine sadece mutfakta çalışan erkek sesleri duyuluyor; siparişler ve dönerler erkekler arasında konuşuluyor, tabaklanıyor, servise çıkıyordu. Peki sosyal ve geleneksel medyada örneklerine çokça tanıklık ettiğimiz bu ve benzeri anlar, videolar, haberler ve reklamlar neden manidarlar?
Gastronomi açısından değerlendirince, mutfağın temel malzemelerinden biri olan et, içinde yaşadığımız dünya düzeninin oluşmasında, belki devletlerin kurulup yıkılmasında, belki bugün iş yerinde mobbing’e uğrayan bir kadının iş dünyasını sorgulamasında ve belki de on yıllar içerisinde geçilecek yeni dünya düzenlerinin inşasında önemli bir role sahip. Etin metaforik anlamının yoğunluğu da bir o kadar keşfedilmeye hazır. Kısacası et, alt metinlerle dolu bir malzeme.
Sizce etin cinsiyeti olabilir mi? Et, toplumsal yapıya ve düzene ve neredeyse tüm dünyada hakim olan patriyarkal sisteme nasıl bir katkı yapmıştır ve yapmaya devam etmektedir? Ete toplumsal bir cinsiyet atfedilebilir mi veya o, toplumsal cinsiyetlere neler atfedebilir? Eğer ki et ve patriyarka arasında bir ilişki var ise; o zaman kadınlık ile hangi gıdalar arasında bir ilişki öngörülebilir? Et ile toplumsal cinsiyet ve ekonomi, kültür, din, gelenek ve hukuk arasında nasıl bir ilişki vardır? Tarih ‘et’ ile yazılmış bir pseudo eril geçmiş olabilir mi? Zorunlu et tüketimi üzerine kurulu bir dünyada mı yaşıyoruz? Et ve toplumsal cinsiyet arasındaki ilişki dil yolu ile nasıl destekleniyor? Tüm bu sorulara şu anda ilkini okuduğunuz “Etin Cinsiyeti” yazı dizisinde tartışmalar ve araştırmalarla cevaplar arayacağız. Erkeklik ve et yönetiminin, patriyarkal sisteme hizmet edecek şekilde, kültürden ekonomiye ve geleneklere kadar birçok alanda nasıl biçimlendirildiği ve etin cinsiyetlendirilmesi üzerine tartışacağız.
Fakat etin cinsiyetinden bahsetmeden önce, ilk etapta cinsiyet kavramının ve toplumsal cinsiyetin ne demek olduğuna bakmalıyız. Cinsiyet (sexuality), bireylerin doğuştan getirdiği biyolojik cinsiyettir. Yani bireyin doğuştan kadın veya erkek olması durumudur. Toplumsal cinsiyet (gender) ise, bireyin biyolojik cinsiyetinin yanı sıra, toplumun şekillendirdiği ve sonradan öğrenilen cinsiyettir (Butler, 2008: 46). Tarihsel süreçlerin de katkısıyla oluşan kadınlara ve erkeklere yönelik cinsiyet kimliklerinin neler olduğu, aslında toplumsal cinsiyet kalıp yargılarından ibarettir (Berktay, 2012: 16).
TOPLUMSAL CİNSİYET VE ET
Bildiğimiz anlamda toplumların inşa edildiği ilk günden beri var olan ve birçok kalıp yargıyı barındıran toplumsal cinsiyet, toplumsal düzeni sağlayan sistemlerden de biridir (Kirman, 2011). Toplumsal cinsiyet, toplumlara ve kültürlere göre farklılık gösterebilmektedir. Ancak neredeyse tüm dünyanın hakim sistemi olan patriyarkaya (ataerki) göre şekillendiği söylenebilir. Patriyarka; erkeğin dünyayı tasarladığı, tüm cinslere hakim olduğu sistemdir. Patriyarkada kadın cinsi ve hayvanlar dahil birçok tür, erkek cinsi tarafından yönetilmekte ve hatta bazen sömürülmektedir. Bu sistemde kadının ev içinde veya dışındaki tüketimi ve var oluşu kontrol edilmeye çalışılmaktadır. Erkekler güçlü, yönetici ve kontrol edendir (Walby, 1990). Kadın da tarihsel süreçte öncelikle evine, sonra da etine, bedenine hapsedilendir (Engels, 2010: 66; Baş, 2019: 56). Hayvanlar ise, kadınlar gibi birer ‘et’ parçasına indirgenendir.
Kültür, biyoloji, sosyoloji, medya, hukuk, ekonomi gibi birçok alandan beslenen toplumsal cinsiyet kalıp yargıları, beslendiği eril kararlar çerçevesinde kadının ve erkeğin nasıl olması gerektiğini ve rollerinin neler olduğunu tarihsel süreçte şekillendirmiştir ve bu rolleri bildirmektedir. Rol dağılımı elbette patriyarkaya hizmet edecek şekildedir ve kadın cinsine uygun görülenler pasif ve edilgen olma, güçsüz ve zayıf olma iken; erkek cinsine uygun görülenler güçlü ve aktif olmaktır (Navaro, 1996: 27; Karakaya, 2018: 44). Kadın ve erkek rollerinde ve sınıflandırmasında erkeğe, genellikle biyolojik sebebi olduğu iddia edilerek daha güçlü ve akıllı olan; kadına ise, zayıf ve irrasyonel olan şeklinde rol biçilmektedir (Berktay, 2012: 26-27). Zastrow da (2016: 605) kadınlara edilgenlik, sıcakkanlı olma, samimiyet, zayıflık gibi özellikler atfedilirken; erkeklere rekabetçi ve savaşçı olma, hırslı ve hareketli olma, güçlü olma gibi özellikler atfedildiğini söylemektedir. Erkek, kendine güvenen, gerekli durumlarda saldırgan olabilen, güçlü bir canlı olarak tanımlanmaktadır.
Touraine de (2007: 44), kadınların genellikle bütün toplumlarda erkekten daha zayıf olarak konumlandırıldığını vurgulamaktadır. Biyolojik sebepler de bu konumlandırma için biçilmiş kaftandır. Erkek ava çıkarken, savaşa giderken, kadının görevinin evde kalıp çocuk doğurmakla sınırlı olduğu patriyarkal düzene geçerken, bu düzenin sağlanmasının ilk aşamalarından biri elbette kadın bedeninin zayıf gösterilmesiydi.
Binyıllar öncesinde avcılık toplayıcılık yapılırken bile kadın, toplumsal cinsiyet kalıp yargıları gereği biyolojik olarak zayıf görüldüğünden, ev ve eve yakın yerlerde çalışıp bitkilerden elde edilen gıdalarla ilgilenirken, erkek de biyolojik olarak güçlü, hırslı, yöneten -hem hayvanı hem kendinden başka tüm cinsleri- ve hareketli görüldüğünden, et peşinde koşup avcılık yapan; yani aslında eve gerçek anlamda gıda getiren olduğu zamanlardan beri gıda-et-bitki ve kadınlık-erkeklik arasında bir ilişki kurulabilir.
Beauvoir (1993: 16), İkinci Cins kitabında kadın cinsinin ikinci bir cins olarak konumlandırıldığını ve erkeğin yardımcısı, nesnesi olduğunu vurgulamaktadır. Kadın, erkek olmayandır, ötekidir. Peki sizce gıdalar arasında da böyle bir ilişkiden söz edilebilir mi? Yani bitki ve sebzeler ikinci cins, et birinci cins olabilir mi? Et ana yemek, sebze ana yemeğin yardımcısı olabilir mi? Et ve et ürünleri genellikle sembolik olarak erkek ve erkeklikle; sebzeler ve hatta et dışındaki gıdalar ise kadınlarla ilişkilendirilmektedir. Dil konusunda da etin ve sebzenin cinsiyeti açıkça görülmektedir. Yemek isimleri verilirken bile bu dikotomiye dikkat edilmektedir. Örneğin; dilber dudağı, hanım göbeği… (Kıstak, 2012: 282).
Toplumsal cinsiyet, yaşamın her alanında bireyin karşısına çıkmakta ve medyadan kültüre, hukuktan ekonomiye kadar birçok alandan beslenmektedir. Hatta yemek yeme alışkanlıkları ve tüketilen gıda, gıdanın tüketiliş şekli bile toplumsal cinsiyetle bağlantılıdır. Örneğin, birçok toplumda yemek servisi yapılırken öncelik erkeklere verilmektedir. Yazılı bir kural olmasa dahi önceliğin erkekte olması, içselleştirilmiş toplumsal cinsiyet kalıp yargılarının yemekteki yansımalarıdır. Leghorn ve Roodkowsky’nin Who Really Starves: Women and World Hunger isimli çalışmalarında (1977: 21) da vurgulandığı gibi, yemekte öncelik patriyarkaya uygun olacak şekilde erkeklerdedir. Birçok toplumda bu durum açıkça görülmektedir. Sınıflı denilebilecek bir toplum yapısı olan Etiyopya’da kadınlar, sınıf farkı olmaksızın, yemekleri iki menü/öğün şeklinde hazırlamaktadırlar. İlk servis erkeklere yapılır ve bu öğünün içeriğinde et bolca bulunmalıdır. İkinci servis ise kadınlara yapılır ve tahmin edilebileceği gibi içerisinde daha az protein bulunan yiyeceklerden oluşur. Yine benzer şekilde Simoons da Eat Not This Flesh: Food Avoidances in the Old World isimli çalışmasında (1976: 12) kadın ve erkeklerin et ile ilişkisini incelemiştir. Araştırmasına göre, Endonezya, etin cinsiyete göre tüketiminin belirgin olduğu ülkelerdendir. Endonezya’da dini açıdan özel günlerde etler diğer evlerle paylaşılmaktadır. Bu paylaşım yapılırken dikkat edilen nokta ise etin gönderildiği evdeki erkek sayısıdır. Yani, dini ve özel günlerde et dağıtılırken, gideceği evdeki erkek sayısına göre bir bölüşüm yapılmaktadır (Nizam, 2014).
Adams’a göre (2015), bireylerin ne yiyeceği, ne ile besleneceği, neyi yiyip neyi yiyemeyeceği, patriyarkal sistem tarafından belirlenen kültürel bir süreçtir. Et yemek ise, genellikle erkeklik üzerinden işleyen bir düzendir. Toplumsal cinsiyet, insanlara neleri yapmaları ve yapmamaları gerektiği hakkında yaptırımlar bildirir. Kadınlık ve erkeklik üzerinden dönen bu yaptırımlarda, diğer canlılar üzerinde hakimiyet kurabilecek kadar güçlü ve yönetici olmak gibi sembolik bir anlam taşıyan et yemek de erkeklik ile ilişkilendirilmektedir (Kıstak, 2012).
Burgan da (2015) erkeklik ve et yeme arasındaki ilişkiyi araştıran bir başka akademisyendir. Ona göre, bilim ve teknolojinin de çeşitli alanlarda farklı uzmanların görüşlerini aktarması yoluyla, etin cinsiyetine uygun olacak şekillendirmeler yaptığı söylenebilir. Nitekim günümüzde de birçok uzman, insanların neleri yiyip neleri yememesi gerektiğini söylemektedir. Hatta bu durumu daha da ileriye götürüp hangi cinsiyetin hangi yiyecekleri yemesi gerektiğini, bir kadın olarak tüketilmesi gereken ve sağlıklı olunmayı sağlayacak gıdaların neler olduğunu ve tabii aynı şekilde bir erkek olarak tüketilmesi gereken ve sağlıklı bir erkek olmayı sağlayacak olan gıdaların neler olduğunu söylemektedirler (Haraway, 2006).
Plumwood’a göre (2004), kadınlık duygular ve doğa ile; erkeklik ise akıl ile ilişkilendirilerek erkek cinsinin doğa ve doğanın parçası olarak görülen hayvanlar (ve et), hem de doğayla ilişkili olan kadın üzerinde hüküm sürmesine neden olmaktadır.
Bu noktada insanlarla hayvanları birbirinden ayıran nedir? Ayrımı yapan sınırlar var mıdır, varsa bu sınırlar nerede başlayıp nerede bitmektedir? ‘Piliç’ kelimesinin yan anlamları size neler çağrıştırmaktadır? Viktorya döneminde tavuk yerken ‘göğüs’ kelimesinin kullanımının yasaklanmasının nedeni nedir? Fast food markaları ateşli piliçler diye sloganlar içeren kampanyalar yaparken neyi amaçlamaktadırlar? İlk kültürel gereçler avcılık yapan ve ‘tarih yazan’ erkeklere ait mızraklar mıdır? Ya mangal yapmak ve etle uğraşmak neden erkek işidir? Devam edeceğiz.
Kaynakça:
Adams, C. J. (2015). Etin Cinsel Politikası. (2. baskı). G. Tezcan & M. E. Boyacıoğlu (Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Baş, Ş. (2019). Toplumsal Cinsiyet ve Roller Çerçevesinde Türkiye’de Özçekim (Selfie) Kültürü. Yüksek Lisans Tezi. İzmir: Yaşar Üniversitesi.
Beauvoir, S. D. (1993). Kadın “İkinci Cins” Genç Kızlık Çağı. Cilt 1. B. Onaran (Çev.). İstanbul: Payel.
Berktay, F. (2012). Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Hıristiyanlıkta ve İslamiyet’te Kadının Statüsüne Karşılaştırmalı Bir Yaklaşım. (4.baskı). İstanbul: Metis Yay.
Burgan, E. (2015). İlk Kültürel Gereç Çuval İse: Erkeklik ve Et Yemenin Kesişimselliğinde Bilimsel Anlatıların Kuruluşu. Fe Dergi, 7 (2): 35-47.
Butler, J. (2008). Cinsiyet Belası Feminist Kimliğin Altüst Edilmesi. B. Ertür (Çev.). İstanbul: Metis Yayınları.
Engels, F. (2010). Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. (15. Baskı). K. Somer (Çev.). Ankara: Sol Yayınları.
Haraway, D. (2006). Siborg Manifestosu. İstanbul: Agora Yayınları.
Karakaya, H. (2018). Toplumsal Cinsiyet Algısı, Din ve Kadın. Journal of Analytic Divinity, 2 (2), 36-32.
Kıstak, D. (2012). Yemek Sosyolojisi. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırma Dergisi 2 (2).
Kirman, M. A. (2011). Din Sosyolojisi Terimleri Sözlüğü. (2. Baskı). İstanbul: Rağbet Yayınları.
Leghorn, L. & Roodkowsky, M. (1977). Who Really Starves: Women and World Hunger. New York: Friendship Press.
Navaro, L. (1996). Tapınağın Öbür Yüzü-Kadınlar ve Erkekler Üzerine. İstanbul: Varlık Yayınları.
Nizam, F. (2014). “Et” Yeme Alışkanlığı ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri. Yeni Düzen. 14 Nisan 2014. http://www.yeniduzen.com/et-yeme-aliskanligi-ve-toplumsal-cinsiyet-rolleri-81315h.htm
Plumwood, V. (2004). Feminizm ve Doğaya Hükmetmek. İstanbul: Metis Yayınları.
Simoons, F. J. (1976). Eat Not This Flesh: Food Avoidances in the Old World. Madison: University of Wisconsin.
Touraine, A. (2007). Kadınların Dünyası. M. Moralı (Çev.). İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Walby, S. (1990). Theorizing Patriarchy. Oxford: Blackwell.
Zastrow, C. (2016). Sosyal Hizmete Giriş. Nika: Ankara.