Elsa Ers ile ‘Yokluğunda’ ismini koyduğu ikinci kişisel sergisinin Çukurcuma PG Art Gallery’deki açılışında tanıştık ve sohbet etme şansı yakaladık. Yoğunlukla kendi hayatının bir uzantısı olarak düşünülebilecek kültürel kimlik, aidiyet, yer değiştirme gibi konuları eserlerine yansıtıyor Ers. Bu sergisinde aynı konular üzerine doğanın ölümünü ve doğallık kavramının sorgulamasını katıyor.
Üç farklı kültürde, üç farklı şehirde, üç farklı dilde hayatı geçmiş, geçmeye de devam ediyor. Hayatının çocukluk ve ilk gençlik yıllarını geçirdiği İstanbul. Sanat eğitimi için yerleştiği Paris; ve aile kurup çocuk sahibi olduğu Tel Aviv.
Üç farklı şehrin ve kendi kültürel aidiyetlerinin yemekleri de peşini sürekli takip etmiş. Ancak besin konusunda son yıllarda kafasında farklı bir sorgulama var. Özellikle iki yıl önce anne olduktan sonra insanlık, doğallık ve içgüdüler üzerine bir sorgulamaya giriyor Ers.
Elsa Ers bize yemekten, besinden, beslenmeden bahsediyor. Ancak bu sefer evdeki sofralarda, restoran masalarında, sokak aralarında sunulan tabaklardan, ekmek arası lezzetlere doğru yönlenmiyor konumuz. Ers, besin zincirinin en üstünde yer alan insanın, çevresiyle kurduğu ‘doğal’ ve ‘yapay’ ilişkiyi irdeliyor. İnsanoğlu bitkilerin, hayvanların ‘efendisi’ olduğunu, bütün doğanın kendi hizmetine sunulmuş olduğunu kurguluyor. Bu kurgu da giderek bir gerçek halini alıyor. Nihayetinde doğa ölüyor ve Ers ‘Yokluğunda’ sergisinde bize ölü doğayı (nature morte) sunuyor.
Sergide ölü bir doğallık üzerinden ‘doğal’ ve ‘ölü doğa’nın belki de en iyi sunulduğu eserler Eminence ve The Last Supper. Eminence’de altın rengi bir mücevher böceği üzerine nazikçe sürülmüş krem şantinin tepesine kondurulmuş yarım çilek ile ancak kimi saraylarda görülebilecek yine altın bir çatala takılmış. İzleyicinin ağzına layık bir lokma şeklinde resmedilmiş. The Last Supper’da ise aynı böceği ona garnitür niyetine eşlik eden iki uğur böceğiyle birlikte şık bir tabak içerisinde görüyoruz. Her iki iş de hem insanın yabani doğa karşısındaki tartışılmaz zaferinin temsili, hem de günbegün yitmekte olan ‘doğal’a yakılmış birer ağıt.
‘Ölü Doğa’ teriminin ve Ers’in yaptığı kavramsal sorgulamanın karşılığını en iyi veren eser ise Insignificant Other. Çukur bir tabak içinde pandispanya formu almış et parçaları üst üste dizilmiş. Aralarına ve dış katmana sürülen krema ile etli pasta dilimi hazır. Tabakta Etli pastamıza doğadan çok akvaryumda gördüğümüz süs balığı eşlik ediyor. Pastanın üzerine ise kiraz değil ama bir böcek kon(durul)muş. Insignificant Other ‘doğal’ olarak anmaktan hoşlandığımız bütün kavramları alt üst etmek için çizilmiş. Eserdeki her bir öge organik olmalarına rağmen doğallıktan ve doğadan o kadar uzak ki; Ers insan-doğa ilişkisi hakkında düşündüklerini tek bir eserle gözümüzün önüne seriyor.
‘Yokluğunda’, isminden de anlayabileceğimiz gibi, hala var olduğuna inandığımız, olmadığını bildiğimiz, ama varmış gibi yaptığımız şeylerin bir sergisi. Elsa Ers yemeğin hikayesini anlatmıyor. Ancak bir anlamda besini ve beslenme yöntemlerimizi anlatarak yediğimizi sorgulamamızı sağlıyor. Yalnızca güzel görünmesi ve hoşa gitmesi için tasarlanmış ama lezzetten yoksun tatların sergilendiği, doğa(l)ın öldürüldüğü ve katilin kim olduğunun baştan belli olduğu bir sergi.